Kocamın Ailesi: Dram dolu komedi - Beklenen Kral

25 Temmuz 2014 Cuma

Kocamın Ailesi: Dram dolu komedi


Henüz ilk bölümü yayınlandığında, oldukça karmaşık bir olay örgüsü vardı ortada. Her şey birbirinin içerisinde gibi görünüyordu ve bu da algı kaybına sebep oluyordu; ister istemez. Tabi karmaşıklığın sebebi, dizinin hikayesinin kaba taslak seyirciye sunulmak istenmesiydi. Güzel taktikti ama birçok izleyeni ilk bölümden kaybetme riskini beraberinde getirebilirdi. İlk bölümün reytinglerine bakıldığında da, bu algının çokça benimsendiği düşünülebilirdi...

Reytingler çok iyi denemezdi ama Fox'un yaz ekranında başlayan diğer üç dizinin reytingi de bundan daha iyi olmadığından; aralarında sırıtmıyordu en azından. Dizi hakkındaki ilk yazımda umduğum gibi oldu sonra. İlk bölümdeki karmaşıklık diğer bölümlerinde yoktu. Ayrıca, izlemesi oldukça keyifli bir dizi çıkmıştı ortaya ve reytingleri de görülmeye değerdi... İlk haftasında en yüksek alabildiği reyting, dokuzunculukken; ikinci haftasında dizi günü birinci kapatmıştı. Bu gelenek, diğer bölümlerde de bozulmadı. Kocamın Ailesi, yayınlandığı günlerin en çok izlenen yapımı oluyordu ve ikinci bölümden böyle bir yükseliş inanılmazdı. E, hikaye sağlam, oyuncular şahane, oyunculuklar desen bal dök yala... Ne olabilirdi ki başka?..

Oyuncu kadrosu ve karakterler
Dizinin kadrosu, Selen Seyven (Yonca), Gökhan Alkan (Tarık), Yıldız Kültür (Hikmet), Ayşenil Şamlıoğlu (Mukadder), Yeşim Salkım (Şeniz), Buse Arslan (Gülay), Füsun Köstak (Tülin), Seray Kaya (Miray), Zuhal Yalçın (Esma), Erman Okay (Zafer), Şehsuvar Aktaş (Gazanfer), Genco Özak (Can), Denizhan Kınacıgil (Ümit), Beren Gökyıldız (Pelin), Kadir Kandemir (Hakan) ve Ahmet Kayakesen'den (Fatih) oluşmakta...

Diziden...
Mukadder'in pazar sahnesiyle, 89 yılında başladı dizi... Yanında oğlu, karnı burnunda alışveriş yapıyordu. Tam o sırada, mısırcı gören velet(!) kaçmasın mı?.. Karnı burnunda kadın, bu şokla iyice sancılanınca da peşinden gidememişti... Günümüze gelindiğindeyse, mutlu ve neşeli bir aile tablosu vardı önümüzde. Herkes birbiriyle eğleniyor, minik yaramaz Pelin ise bu tablonun en sevimli figürünü oluşturuyordu... Her şey güllük gülistanlık gözüküyordu ama oğullarını aradan geçen onca yıla rağmen bulamamıştı aile. Denemedikleri yöntem kalmamıştı ama yok; çocuk ortalardan kaybolmuştu. Abisinin kaybolduğu gün doğan Miray ise tüm olanlardan kendisini suçlayan taraftı. Zira, onun her doğum günü aile için yas günü demekti. Doğum gününü kutlamaya niyetlendiklerinde de bu acıyı hatırlatan biri vardı; Hikmet... Tam yedi köyü susuz gezdiren cinsten bir kayınvalide gibi görünmüştü ilk bölümde ama daha sonraki bölümlerde oldukça yumuşadı karakteri. Tabi yine sinirlendiğinde gözü hiçbir şey görmüyor ama o da ona çok yakışıyor!.. Miray'ın o gün doğduğu için kendini suçlaması, Mukadder'in o halde pazara gitmesi sebebiyle kendini suçlamasına karışıyordu. Evin babası Zafer ise bu acının daha fazla yara açmaması için ondan konuşulmasını yasaklamıştı. İçinde, halen yaşadığına dair bir umut vardı ama geri gelemeyeceğine inanıyordu o da... Hikmet'in, kutlanan doğum gününü görmesi ise acısının artmasına ve buna bağlı olarak da fenalık geçirmesine sebep olmuştu... Tüm maaile toplanıp onu hastaneye götürdü tabi hemen sonra...


Gelelim, hastane sahnesine... 25 yıl önce ailesini kaybeden Tarık; Almanya'da üvey bir ailenin yanında büyümüş ve doktor olmuştur. Hastaneye ziyarete gelmiş olan, karısı Yonca ile konuşurlarken; koridorda sesler yankılanmaya başlamıştır. Hep bir ağızdan konuşan en az on kişi bir sedyenin başında koşturmaktadır... Tahmin edeceğiniz gibi bu aile, bizimkilerdir... Tarık hemen ilk müdahaleyi yapmak için Hikmet'i acile götürmüş, bizimkilerle Yonca ise ilk karşı karşıya gelişlerinde; birbirleriyle didişmeye başlamışlardır. Zaten bu sahneden sonra, Yonca ile hiçbir zaman yıldızlarının barışmayacağı ortaya çıkmıştı. Kendinden emin ve bilmiş Yonca'ya katlanmak da zor hani, bir yerde de haklılar... 

Nitekim en sonunda, Hikmet'in küçük bir kalp rahatsızlığı geçirdiği anlaşılmış ve güzelce tedavi edildikten sonra evine gidebileceği söylenmiştir; Tarık tarafından... Mukadder ona teşekkür ederken, tam elini tuttuğunda bir şeyler hisseder anlamlandıramadığı ama aldığı bu enerji; sonsuz bir sevginin kapılarını çoktan açmıştır... Ailenin haşarı amcası, daha doğrusu komedi unsuru Gazanfer ise hemen  olaya müdahil olmuş ve kartını vererek; taşınmak istediklerinde kendilerini bulmalarını öğütlemiştir, Tarık ve Yonca'ya... Şansa o gece de ev sahibi, evden çıkmalarını istemesin mi?.. İşte maceranın ayak sesleri bundan sonra duyulmaya başlandı...

İlk iş, bir ev bulması için Gazanfer'e başvuran çiftimiz; gösterilen hiçbir evi beğenmeyince, bizimkinin aklına kendi evini kiralamak gelmiştir(!).. Evi beğenen çiftimiz ise hemen taşınma hazırlıklarına başlamıştır. Gazanfer'in ilk ev kiralayışını kutlayan ailenin ise bilmediği, kendi evini kiralamış olduğuydu. Gazanfer bunu söylediğindeyse, Hikmet başta olmak üzere, herkesten tepki çekmesi kaçınılmaz olmuştu...


Tarık ve Yonca'nın apartmana taşınmasıyla, eksik olan bir parça tamamlanmıştı sanki ailede. Tarık'a karşı, tüm aile büyük bir sevgi beslemekteydi. Bunun tam tersi olarak, Yonca'yı ise bir kaşık suda boğabilirlerdi. Hak etmiyor da değil hani... Gayet ketum ve hiçbir şeyi beğenmeyen ve her şeyden mutsuz olan Yonca'nın söylemleri çileden çıkartıyordu herkesi. Bu kadar sivri bir karakter yazılmayabilirmiş ama ailenin ona karşı olan nefretinin yarattığı komedi unsurunun verdiği komiklik, bu hikayeyi kaçınılmaz kılmış anlaşılan.

Tarık öz ailesini ararken, Zafer'den habersiz; Hikmet ve Mukadder'de yirmi beş yıl önce kaybolan Engin'i aramaktadırlar. Birbirlerinden habersiz, Tarık'da, Mukadder'de Adli Tıp'a kan örneklerini vermişlerdir ve doku uyuşması sonucu bulabileceklerine inanmaktadırlar kayıplarını... Tabi, Mukadder o kadar uzun süre beklememişti bulmak için oğlunu. Daha önce birçok kişi; "ben sizin oğlunuzum" diye gelmişti ama bu sefer gelen kişinin elinde ona elleriyle ördükleri kazak vardı... Şüphe götürmezdi artık, onların kaybolan çocuklarıydı o ama Zafer kesin kez karşı çıktığından bu durumlara, sessizce DNA testi yapıp, kesinleştirmeyi planlıyorlardı... Kendisini çocukları olarak tanıtan kişi, dün akşamki bölümde bizim penceremizden anlaşılmaya başlandı ki dolandırıcının biri. Aileyi iyi takip etmiş ve haklarındaki her şeyi öğrenmiş belli. Bunu da çok güzel kullanmakta. Tarık onun hareketlerinden zaten kuşkulanmaya başladı ama Gazanfer, borsada parasını arttıracak diye elinde neyi var neyi yoksa ona verdi ve patlak da muhtemelen burada başlayacak. 

Tarık'ın ise doku uyuşması yaşadığı bir isim vardı. Onu ziyarete gittiklerinde ise babası olmadığını anlamışlardı. Böbrek yetmezliği çeken adama yardım etmekten de geri durmadıklarını not düşeyim...


Bu arada bir notta, Gülay karakterine düşeceğim. Karakterin yolunun ne yoluna doğru gittiğinin farkında olarak mı yazılıyor hikayesi bilemiyorum ama bir erkek kendisini aldattı diye, her zengin erkekle çıkan ve onları kullanan bir kadına, intikam alıyor değil de; bambaşka(!) bir şey denir söyleyeyim. Karaktere yazılan hikaye çok çok saçma ve kesinlikle yumuşatılmalı... Böyle giderse birkaç bölüm sonra eski adı E5 olan, D100 karayolunda göreceğimizden korkuyorum zira kendisini!..

Ah, bir de son olarak; Hikmet'in zengin ve hiç ortalarda görünmeyen diğer oğlunun -ki adını not etmeyi bile unutmuşum- karısı Şeniz'in kesinlikle Engin'in ortalardan yok olmasıyla bir ilgisi var... Yine dün akşamki bölümde, Pelin'e bisiklet alan Tarık'ın apartmanın önünde düşürdüğü cüzdanını bulan Şeniz; Mukadder'lere geldiğinde kimin diye bakarken, hikayenin tahmin edilen ama kesin değil gibi gösterilen gerçeği ortaya çıkmasın mı?.. Şeniz'in elinde, Tarık'ın cüzdanından aldığı; 25 yıl önce kaybolan Engin'in o zaman çekilmiş bir fotoğrafı vardır... Bu fotoğrafı görmesiyle, şoka girdi ve hemen fotoğrafı çantasına atıverdi, Şeniz. Cüzdanın sahibinin ise bizimkilerin apartmanına yeni taşınan, Tarık'a ait olduğunu öğrenmesiyle sararıp bozardı... 

Şeniz'in bu olayla nasıl bir ilgisi olabilir, tahmin yürütemiyorum açıkçası ancak, verdiği bu tepkiler ve gerçeği herkese duyurabilecekken; fotoğrafı çantasına atması işin içinde, başka şeyler olduğunu gösterir nitelikte... Bakalım hikaye, bunun üzerinden nasıl işleyecek bundan sonra...

Ve...
Kocamın Ailesi gördüğünüz gibi; hem komik, hem dramatik, hem de bir bilinmezlik içerisinde ilerlemekte. Her bölümün ayrı bir dinamiği var ve övgüyü hak ettiği bir gerçek... Sadece övgüyü değil, izlenmeyi de hak ediyor dizi, bizde hakkını vermeyelim mi?..

Sevgilerimle...
Beklenen Kral

BeklenenKral@gmail.com

4 yorum :

  1. Şeniz'in kocasının adı Sefer. Öncelikle onu söyleyeyim...
    İkincisi, dizi gözle görülür bir biçimde düzeldi söylediğiniz gibi. Oğlun kayboluşu, yeni komşuların taşınması, aile üyelerini tanıma derken, adeta bir çorbaya dönüşmüştü. İlk bölümden biraz Avrupa Avrupa (yapım şirketinin bir önceki işiydi) tadını da almıştım, ne yalan söyleyeyim. Neyse ki, ikinci bölümden itibaren yavaş yavaş normal hale dönmeye başladı.
    Üçüncüsü, Yonca karakterini biraz daha yumuşatsalar daha iyi olacak. İlk bölümdeki histerikliği biraz azaldı gibi, ama sadece bunun yeteceğini düşünmüyorum. Bu arada Selen Seyven bu tür rollere yakışıyor. Evet abartılı oynuyor, ama ne bileyim işte... :)
    Dördüncüsü, Pelin karakteri bir harika! Dizinin ilk bölümünü (ve devamını) izlememin tek sebebi belki de. Ayşenil Şamlıoğlu, Yıldız Kültür, Erman Okay ve Şehsuvar Aktaş gibi deneyimli isimleri izlemek de keyif veriyor.
    Beşincisi, bence de Şeniz bir şeyler çeviriyor. Çünkü herhangi biri o fotoğrafı gördüğünde öyle soğukkanlı bir tepki vermezdi. Hem Tarık, Ar ailesinin oğluysa kaybolan çocuğun adı neden Engin? Büyük ihtimalle o bir şeyler planladı. Ki, ondan her şey beklenir... :)
    Altıncısı, ilk bölümde resmen Yonca Tarık'ı parmağında oynatıyordu. Resmen hizmetkarı gibi görünüyordu. Tarık'ın bu zamana kadar nasıl itiraz etmediğini ben de anlayamasam da, sonunda o da elini masaya vuruyor anlaşılan. Hakikaten, sabır taşı olsa çatlar insan... :)
    Yedincisi, FOX'un yayın politikasını anlamıyorum gerçekten de. Her bölümünde kendi günlerinin birincisi olan Kocamın Ailesi ve Kiraz Mevsimi'nin günde ikişer tekrarını veriyor, ama Ruhumun Aynası'nın tekrarlarını iki günde bir yayınlıyor. Her kanal yaz sezonunun iddialı dizilerinin tekrarlarının hafta boyunca 10 kez yayınlıyorlar, onlar benimsenince de tekrarları biraz daha azaltılıyor. Ama bu iki dizinin de reyting olarak yüzleri gülmesine rağmen, tekrarları 20'şer kez yayınlanıyor. Ruhumun Aynası de genellikle 5 kez ekrana geliyor. Sonra "niye reyting alamıyoruz?" diye soruyorlar. Oysa kanal biraz daha yüklense diziye, her şey iyi olacak. Gerçi dizinin tekrarları da olağanüstü reytingler almıyorlar, ama üzerine biraz daha çalışmak şart.
    Bu arada size bir sorum olacak. Yaz sezonunun en beğendiğiniz dizisi nedir? Peki en beğenmediğiniz (yani en az beğendiğiniz) yapım nedir? Bir sıralama yapabilir misiniz acaba? Şimdiden teşekkür ederim... :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim sıralamam şöyle:
      Ulan İstanbul > Güzel Köylü > Ruhumun Aynası > Kocamın Ailesi > Diğer Yarım > Güllerin Savaşı > Kiraz Mevsimi > Kaçak Gelinler > Hayat Yokuşu
      Sizin sıralamanızı da bekliyorum... :)

      Sil
    2. Dizinin zamanla rayına oturduğu noktasında aynı kanaatteyiz, senaryonun karmaşıklığının giderilmesi çok işe yaradı.

      Pelin'e hasta olmamak mümkün değil ki, tam bir bücür... Gerçekten mi o kadar şımarık, yoksa çok güzel mi şımarık rolü yapıyor bilemeyeceğim ama çok yakışıyor bu haller ona...

      Kaçak Gelinler > Ulan İstanbul > Güzel Köylü > Kocamın Ailesi > Ruhumun Aynası > Kiraz Mevsimi olarak sıralayabilirim, yaz ekranında en beğendiğim dizileri. Kiraz Mevsimi'ne Dağhan Külegeç nedeniyle ilk başlarda mesafeliydim ancak, ikinci bölümle hoşuma gitmeye başladı dizi. Dağhan Külegeç'e karşı hoşnutsuzluğum devam etmekte bu arada hala. :)

      Bu yaz en sevemediğim dizi de, Güllerin Savaşı. Bir takipçi arkadaşımın önerisiyle izledim dün web'den ve çok sıkıldım açıkçası. Yazın kör sıcağında, dram çekilmiyor harbiden. Onu da yazmayı düşünüyorum ama şuan ki izlenimimle yazarsam; haksızlık edebileceğimden, birkaç bölüm daha şans tanıyacağım. Bakalım zamanla, hoşuma gider belki...

      Görüşlerinizi paylaştığınız için teşekkürler,
      Sevgiler...

      Sil
    3. Evet, Güllerin Savaşı biraz sıkıcı. Canan Ergüder ve Damla Sönmez'e rağmen hem de. Kış sezonuna daha uygun bu tür konular. Hem dizi Adını Feriha Koydum'a benzeyen bir yapıya sahip. Ne zaman yayına girerse girsin, tutması pek de zor olmayacaktı. Yaz mevsimi püfür püfür giden, serin işlere göre. Geçen sene de Güzel Çirkin, Güneşi Beklerken ve Benim Hala Umudum Var vardı mesela. Hadi, son ikisi klişe konulara rağmen kendini izletiyordu. Ama Güzel Çirkin olmamıştı. Belki kış sezonunda yayına girse daha iddialı olabilirdi. Ama insanlar yazın sıcak havada sıcak bir polisiye izlemek istemedikleri için kısa zamanda sona erdi. Tabii, yine de şans tanımak lazım Güllerin Savaşı'na...
      İlgi gösterdiğiniz için teşekkür ederim... :)

      Sil