İçerisinde barındırdığı komedi dozu her hafta biraz daha artan, yazılan drama sahnelerinin dahi somurtmadan izlenebilir olduğu bir dizi; Kiraz Mevsimi. Daha önce kaç kere dedim bilemiyorum ama 18. bölümünden itibaren ben diziyi artık izlemeyi bırakmıştım ve açıkçası tamamen ümidi de kesmiştim. Zira o kadar zorluyorlardı ki senaryoyu, izlediğim sahneler tam bir işkence halini alıyordu. Hatta göz kaçırmak ya da zap yapmak vazgeçilmezlerimdendi ama bugüne geldiğimiz zaman, zorlamadan sunulan hikaye resmen izlenebilir kılıyor her sahneyi ve bundan aldığım keyif kesinlikle anlatılamaz. Ve dilerim hep böyle devam eder...
Diziyi geçtiğimiz bölüm, sevgililer günü özel bölümüyle izlemiştik. Öykü ve Ayaz'ın başından sonuna mutlu ve keyifli geçirdiği gün içerisinde, aksiyon da eksik olmamıştı elbette. Hava kararıp akşam olduğundaysa, ikilimiz şahane bir tango eşliğinde kutluyorlardı sevgilerini... Bu sahnelerin ardından bölümün perdesi aşağıya inerken, gelecek haftanın merakı vardı zihnimizde...
33. Bölüm
Oldukça aşk dolu geçen gecenin ardından eve gelen Öykü, resmen pestili çıkmış bir vaziyette uyumaktadır ve tam bu sırada susmamacasına kapı çalınmaya başlar... Ev ahalisi içerisinde, "en kalkamaz durumda" o olmasına rağmen zor da olsa kalkıp kapıyı açmaya giden Öykü ise önce rüya gördüğünü zanneder ama gördüğü rüya değildir... Babaannesi ve dedesi, gazetelerde boy boy çıkan haberler sebebiyle dayanamayıp, kalkıp gelmişlerdir. Elbette karşılarında kızgınlıklarının yegane sebebi durduğundan, kapı açıldıktan sonra sevgi dolu kucaklaşma ya da güzel sözcükler yerine olabildiğince sert bir tutumla karşı karşıyaydı Öykü. Aslında görünürde çok sempatik olan Sakız nine ve Salih dedenin-yazı içerisinde sadece isimleriyle hitap edeceğim-, bu gerilimli hali bölüm boyu devam edecek ama arada sergiledikleri haleti ruhiyeleri sebebiyle, gerçekte nasıl karaktere sahip oldukları anlaşılacaktır...
Bu karşılaşma sırasında, "Terzi oldun yetmedi, rezil oldun yetmedi, dansöz mü olucan sen!?" diye gece giydiği kıyafet sebebiyle Öykü'ye verip veriştirmek yerine, en azından Sakız biraz daha sevgi dolu yaklaşabilirdi. Komikti ama yadırgamadım değil tavrını... Daha sonra zaten Meral'e yaklaşımları olay ötesiydi. Onları bırakıp giden oğulları ama sanki Meral çekip gitmiş gibi bir muamele bence olmadı. "İyi bir eş olaydın da, kocanı elinde tutaydın" yaklaşımına sahip değillerdir umarım zira, onca zaman büyüttükleri oğullarını onlardan iyi kimse bilemez. Ah bir de, "Alıp sizi memlekete döneceğiz" muhabbeti var ki; ona hiç girmeyeyim ben. Bütün bölüm bunun gerilimini yaşayan Öykü'ye nasıl üzüldüm bilemezsiniz...
Tabi bu verip veriştirme sırası Öykü ve Meral arasında giderken, en büyük zarar gören kişi de Ayaz olacaktı. Zira gazetelerde boy boy, torunlarının kocasından ayrılmasına sebep olan kişi olarak o gösteriliyordu... Bu durumda da Öykü ile Ayaz'ın bir plan yapması kaçınılmazdı ve onu bambaşka birisi gibi gösterip önce sevmelerini sağlayacak, daha sonra da gerçek kimliğini açıklayıp kızgınlıklarını törpüleyeceklerdi ama plan ne yazık ki, planlandığından çok uzak sona erdi...
Aslında başından sonuna kadar iyi gitti diyebiliriz plan. Mehmet yerine geçen Ayaz, Öykü'nün genç, yakışıklı ve ilgili patronunu canlandırıyordu. Sakız ikisini yan yana gördüğü ilk anda zaten birbirine çok yakıştırmıştı ve daha sonraki sahnelerde de bu durum pekişti. Çünkü onu seven sadece Sakız olmamıştı; Salih de olağanca yoğun bir şekilde sevmiş görünüyordu.
Hatta "bey" diye hitap etmesi yerine, "dede" demesini bile istemişti ondan. Bu diyaloglar ise Salih ve Ayaz'ın karşılıklı oynadığı zeybek sırasında geçiyordu. "Efelerin efesi" olmaktan geri durmayan Ayaz, Salih'i oldukça mutlu ederken biraz sonra tam bir kaos ortamı bekliyordu ikilimizi...
Zira Sakız üzeri siyah bir örtü ile kapatılmış cansız mankenin üzerinde ne olduğunu oldukça merak etmişti ve Mehmet'in asistanının tüm karşı çıkmalarına rağmen örtüyü açmış, gördüğü gelinliği Öykü'nün giymesini istiyordu... Öykü onu alıp giydiğinde dillere destan güzelliği ortaya çıkmış, Ayaz'ın da ağzı kulaklarına varmıştı ama bu sırada Mete'ye verdiği, hastası olduğum ayarın ardından Mehmet atölyeye gelmişti... Kimsenin üzerindekini dahi açmamasını istediği gelinlik, Öykü'nün üzerindeydi ve onda küçük bir sinir gerilimi söz konusuyken; Sakız ve Salih de bu adamın kim olduğunu merak ediyordu. Ayaz'ın ismini aldığı Mehmet, şimdi Öykü aracılığıyla Ahmet olmuş ve Mehmet'in, yani Ayaz'ın babası olarak tonton ikilimizle tanıştırılmıştı. "Öykü'nün aslında gerçeği bilmeden, yalan olarak söylediğini düşünürsek ve bu durumda bu yalan olmadığına göre, dedesi ve babaannesini kandırmış olur mu?. Yoksa gerçekte doğru olsa da, niyet mi önemli?" gibi tezleri yersizce(!) geçirirken ben zihnimde, Mehmet de şaşkın bir halde onların bilmeden arkasında durdukları gerçeği onaylamıştı. Ona ne kadar düzgün bir evlat yetiştirdikleri methiyesi düzülürken, gözlerini kaçıran Mehmet'in aklından geçenleri tahmin etmek ise kesinlikle zor değildi...
Atölyeden çıkıp bir boğaz turu da attırdıktan sonra onlara, eve gelmişlerdi ve şimdiye kadar tıkır tıkır işleyen plan çuvallamak üzereydi... Mete ile Ayaz'ın sabahki karşılaşmaları ardından ortaklıklarını sonlandıracağını öğrenen Bülent, Ayaz'la konuşmak istiyordu ve İlker'lerin pizzacısından çıkıp, ne hikmetse Öykü'lerin evinin önüne gelmişti. Tam bu sırada karşısında gördüğü Ayaz'a seslenip, yanlarına gelmesi ise paha biçilemezdi!.. Duydukları Ayaz ismiyle irkilen Sakız ve Salih bunca zamandır hayranlık duydukları adamın, aslında torununu kocasından ayıran adam olduğunu-böyle düşünüyorlar tabi- anlayınca; tüm ipler birden kopuverdi... Eve çıktıklarında bin bir veryansın ve bir sürü ağır söz Öykü'yü, onun üzerinde de Meral'i bekliyordu. Salih hemen hazırlanmalarını ve gideceklerini söylerken, ayağa kalkan Öykü'nün sarf ettiği harika cümleler onun o kızgın halini anında yumuşattı. Üzerine kendisinin de istenmeyen bir damat olmasına karşın, Sakız ile evlenmek için verdiği mücadeleyi anımsatan Meral'in golü durumu tamamen yatıştırmıştı... "Öyleyse seni annesini ve babasıyla istesin" demişti, Salih... Bu iyi bir haberdi ama Ayaz'ın bir babası yoktu, üzerine yetmezmiş gibi Önem de bu evliliği istemiyordu. İş yine başa düşecekti, daha çok da Ayaz'ın başına...
Önem demişken, moda evinden taşınan ve artık eski şaşalı günlerini mumla arayan bir modacı olduğunu not düşmek gerek zannediyorum. Monica'yı bozguna uğrattığını sanıp ortaklıklarını sonlandırdı ama önceden çizimleri değer gören kadının, artık ön çizimler gönderip değerlendirmeden geçmesi gerekiyor... Tabi bu duruma, kendi kendisini düşürdüğü için ne yapmıyoruz?.. Evet, zerre üzülmüyoruz...
Onu Ayaz'ın babasının Mehmet olduğunu öğrenerek köşeye sıkıştıran ve yeniden moda evinde çalışmaya başlayan Şeyma ise en büyük hayal kırıklıklarından birini yaşamaya hazırlanıyordu. Tabi bunu, Önem'in en büyük hayal kırıklıklarından birini yaşaması izleyecekti... Mete'nin oldukça gönülsüz olduğu bir birlikteliğin içerisindeler malum iki bölümdür. Hem Öykü'yü isteyen hem de Şeyma'yı elinin altında bulunduran Mete'nin samimiyeti yerlerde gezerken, Şeyma ile eve çıkmalarıyla duruma mum dikti resmen. Mete'nin bu tutarsızlıkları sürerken, Şeyma da doğru bildiği yanlışlardan vazgeçmeyerek yüklü bir para istediği Önem'i yeniden tehdit etti. Hiç beklemediği bir tepki alarak, yeniden kapının önüne koyulduğunda ise bu sefer hiç beklemediği bir durumla karşı karşıya kalacak kişi Önem olacaktı...
Öykü'nün diretmesiyle Mehmet'e babası gibi davranmasını istemeye giden Ayaz'ın duygusal sahnelerine gelelim şimdi de... Zaten babası olan adamdan, babası gibi davranmasını isterken kurduğu; "Öykü'yü çaresizliğim yüzümden kaybetmek istemiyorum, babam olur musunuz?" lafı çok dokunaklıydı. Bu sahnelerde Ayaz'a hayat veren Çayoğlu'nun karakteri tüm samimiyetiyle sahiplendiğini gördük. Üzerindeki o umutsuzluk, ekrandan çok samimi bir şekilde geçiyordu. Olan biten tüm konuşmaları, Mehmet'in yanına olağan triplerinden birini atmaya gelen Önem'in de dinliyor oluşu durumu daha bir anlamlı kılıyordu ve sonunda bu teklifin kabul edilmesinin verdiği mutluluk, Ayaz'ın gözlerinde parlıyordu... Her şey tamam gibiydi de, İlker'lerin pizzacısına bırakılan bebek her şeyi bir ara resmen karman çorman etti...
Sabah bırakılan bebeğin, kendi çocuğu olmadığı mücadelesini verirken İlker'i izlemek çok keyifliydi. Onu Sibel'in verdiği aşırı hassas tepkiler izliyordu tabi. O bir türlü inandıramıyordu birisiyle birlikte olmadığına ama aslında geçmişinde böyle bir kaotik gecenin olduğunu hatırladığında bir korkuyordu, "Olabilir mi acaba?" diye... Olmadığını ise Öykü'ler hazırlanmış, erkenden yemek yiyecekleri mekana gitmişken; karakolda öğrenecekti bizimkiler... Zira çocuğu bırakan kadın, tam onlar hazırlanmış restorana gideceği sırada polisle gelmiş ve İlker'in çocuğunu kaçırdığını söylüyordu... Ne kadar inkar ederlerse etsinler nezarete atılmışken onlar, asıl derdi para olan kadının çözülmesiyle uzun kalmadılar içeride. Onlar çıkmış alelacele restorana giderken, uzun süredir onların gelmesini bekleyen Salih ve Sakız iyice sinirlenmişti bu duruma...
Buluşma saatinden oldukça erken gidip üzerine bir de, "erken gelmeliydiler" tribine giren Salih'i bu anlarda anlamak benim için oldukça zordu tabi. Atarlı olmayı biraz abartırken o, şimdi de ayağa kalkmış "kız evi naz evi derler, biz erkenden geldik onlar ortada yok!" diye haykırarak oradan gitmeye çıkmıştı... Sakız onu yumuşatmaya çalışırken, zar zor son anda yetişen üçlümüz durumu kurtarmaya çok yakındı. Salih de zaten bir an yumuşamıştı ama şimdi de, "Neden annen gelmedi?" sorgulamasına başlamıştı. Onlar yurt dışında bilet bulamadı diye oturduğu anda da, kapıdan içeriye Önem'in girmesi yeni bir bomba etkisi yaratacak zannediyordum ama geçiştirildi hemen.
Burcu, Öykü ve Meral gecenin sorunsuz geçmesi için dua ederken, aynı restoranın merdivenlerini Şeyma ile Mete çıkıyordu... Seni özel bir yere götüreceğim diye, Şeyma alavere dalavere sonucu öğrendiği restorana getirmişti onu. Restoranın içine girdiklerinde bizimkileri gösterip, "Bu mutluluğu bozmak istemez misin?" diyen Şeyma'ya önce oraya getirdiği için kızan Mete, sessizce onay vermişken; masaya geldiklerinde Önem ve Mehmet'in tüm engellemelerine rağmen, malum konuyu açmıştı bile... Ayaz ve geri kalan herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken, "Gerçeği siz mi söylersiniz, yoksa ben mi söyleyeyim?" diyerek tehdit eden Şeyma'nın ardından Önem her şeyi açıklamaya çok yakındı. Tam bu sırada ise bölümün perdesi aşağıya akmaya başladı...
34. bölüm fragmanı
Şeyma'nın uzun süren sessizliği, bu bölümün sonundan itibaren bozuldu... Bundan sonraki bölümlerde onu yine eski haliyle izlememiz oldukça olası. Tabi bunun bir ucunun, Ayaz ve Öykü ilişkisine sıçrayacağı gelecek bölüm fragmanından da anlaşılıyor... Şeyma'nın masada gerçekleştirdiği şey, o an belki dürüstlüktü ama yine o masada asıl amacı dürüstlük yapmak olacak son kişi de oydu. Bu yaptığının ucu nereye dokunur ya da bundan sonra karakter nasıl bir yol alır zerre bilgim yok. Sadece şunu biliyorum, yeni senaristlerimizin kalemine sonuna kadar güveniyorum... Sizin de büyük çoğunluğunuzun böyle düşündüğünü bildiğimden, sinir stres yapmak yerine keyifle gelecek ve sonraki bölümleri beklemenizi öneriyorum...
Beklenen Kral
Çok harika bir bölümdu sabırla bekledik deydi ilk senaristlerimizin verdiği tadi aldık mı aldık.Aşk hiç bu kadar güzel anlatılmıştı hiç bukadar birbirini tutkuyla seven bir çift izlememisti bu gözler ,teşekkür ediyorum burdan bizi mutlu ettikleri için işi gücü başladm hayatımın merkezi oldu iyi ki olmuş.Aynı düşüncelere sahibiz kral sizle dahada zevk alıyorum diziden yorumlarınızı zevkle okuyorumteşekkür ediyorum size umarım KM uzun soluklu ve bizi hep mutlu eden bu güzel bölümlerle uzun uzun devam eder saygılarımı sunuyorum kaleminize sağlık :-))
YanıtlaSilO kadar da bağlanmayın yahu, dizi neticede. :)
SilGüzel sözlerine ve yorumuna teşekkürler...
Sevgiler.. :)