Duygulandıran, hüzünlendiren, şoktan şoka sokan ve her seferinde de bir sonrakinin daha iyi olacağını hissettiren, öyle de çıkan garip bir dizi; Poyraz Karayel. Şahsen ben artık, "şok" yazmaktan sıkıldım onu izlerken ama onlar bizi şoktan şoka sokmaktan bıkmadı... Böylesi daha ne zaman gelir bilmem, bildiğim bir şey var ki o da efsane bir yapım izliyor olduğumuz.
Yaratılan başarılı ters köşeler, her buhranın içerisinde sunulan komik enstantaneler, düzgün ve usturuplu mesajlar... Yerli yerinde bir düzen ve herkesi memnun edecek birçok dinamik; tüm ekibe tebrikler...
Geçtiğimiz bölüm diziyi, deyim yerindeyse ava giderken avlanan Sefer, Zülfikar, Sadreddin ve Taş kafanın Malatyalı tarafından ölüm çemberine alınması, sonrasında da Poyraz'ın Zafer'e attığı golün rüzgarında bırakmıştık. Bir tarafta her şey güllük gülistanlıkken, diğer tarafta ölüm çok yakındı. Tabi güllük gülistanlık anların, ölüme çare oluşunu izlememiz daha da yakın...
14. Bölüm
Eğri oturup doğru konuşmayı pek seven birisi olarak, mekan basmaya hele hele karanlık birinin mekanını basmaya dört adamla gidilmeyeceğini, yılların dizi ve film bağımlısı olarak gayet net biliyorum-aman bir çatışmaya girdim sanmayın, bildiğin tırsarım-. Peki, "Seferler neye güvenip de dört kişi gittiler ya da Bahri nasıl sadece dördünün gitmesine izin verdi?" çok büyük birer soru işareti... Sırf Poyraz'ı yeniden kahraman yapmak için kurgunun yavan bırakıldığı bu sahnelerin gerçekçiliği gözümde sorgulanır ama içerisinde olanlar, alkış alır...
Malatyalının bir depoya götürdüğü bizimkilerin, etraflarına mazot dökülürken dahi bambaşka alemde olması ve kendilerini 'dirayetli' gösterme çabaları enfesti. En çok da, o durumda bile horul horul uyumayı başaran Taş kafa enfesti... Adamlar mazotu döküp gittiğinde"???" ise deponun kapısı bir ileri bir geri sallanmaya başladı. Muhtemelen Superman Poyraz gelmişti; zira birkaç sahne öncesinde Songül'un zoruyla onu Sema aramış ve olan biteni anlatmıştı. Ondan bir öncesinde de, Zafer'in mekanını dinleyen dedektif arkadaşı aramasın mı?.. E parçaları bir araya getirmesi haliyle hiç de zor olamazdı...
Bahri'nin, onları ölümden kurtarmak için belki de bile bile ölüme gitmesi tam da karakterine has bir davranıştı. O Zafer, kendi kızı için bile tek başına böyle bir şeye kalkışmazdı ama Bahri gözünü bile kırpmadı. Karakterden noksan Malatyalı telefondan aldığı, "hepsini yok et!" talimatından sonra depoya götürürken Bahri'yi ölüm çok yakın gibiydi hepsine ancak, biraz önce bir ileri bir geri giden depo kapısının kerameti de konuşmak için sırasını bekliyordu. Nitekim, onlar içeri girdiğinde ve Malatyalı da niyetini belli edince ipler koptu... Biraz önce elleri kolları bağlı dörtlümüz, şimdi ellerinde silah kurşun sıkıyordu...
Poyraz yine bir 'süper kahramanlık' yapmış ve onları kurtarmıştı yani, tam da tahmin ettiğim gibi. Şimdi sadece Bahri'nin değil; Sadreddin, Sefer, Zülfikar ve Taş kafanın da ona bir can borcu vardı. Tabi diğerleri için bu ne kadar önemliyse, Sadreddin için de bir o kadar çöptü...
Öldürülen Malatyalının akıbeti Zafer'i yeniden hüsrana sürüklerken, Engin Benli'nin bu sahnelerdeki 'sıyırmış' halleri enfesti. Zafer'in bu zamana kadar tek bir planı dahi tutmamışken, halen neyin mücadelesini verdiğini anlamak güç. Yenilen pehlivan güreşe doymaz misali, her yenilgisinin ardından yeni hüsranına bileniyor. Tabi şimdi ben bunu yazdım ya, kesin olur gelecek bölüm bir fenalıklar...
Aşkı da atlamak olmaz elbette... Aşk için verilen mücadele, alınan kararlar ve diş göstermek; polislere bile... Ayşegül'ün en çok da deli dolu hallerini seviyorum ben. Poyraz'ı bariz kötülemek üzerine kurgulanmış polis ziyaretini o kadar güzel alt etti ki, Poyraz'ın gelip de Mümtaz'a ayar çekmesine bile gerek yoktu aslında. Tabi o an daha çok Mümtaz ayar çekti de diyebiliriz. Zira, her şeyi Ayşegül'e anlatmaktan bahsediyordu. Bir de Bahri'ye... Poyraz'ın tek çaresi yeniden Bahri'nin kanatlarına girmekti ve 'süper kahramanlığı' da bunun yolunu açtı ama ya aşk, o ne olacaktı?..
Bu bölümde payımıza büyük bir insanlık dersi de düştü... 'Küresel sermaye'nin oyunlarını her bölüm tek tek açıklayarak bizi aydınlatmayı kendine görev edinmiş olan Zülfikar, bu sefer de büyük bir insanlık örneği sergileyerek ağlattı her birimizi. Öyle ki, ne yalan söyleyeyim bir şey izlerken pek de ağlamayan benim bile gözlerim doldu. Birlikte izlediğim annem mi?.. Kucağına dört ayaklı oğlunu-Paşa- almış, burnunu çeke çeke ağlıyordu... Belki dört ayaklı bir dostum olmasından-ki, genelde 'kardeşim' derim; bu tür olaylarda ister istemez daha hassas oluyorum. İnternette gezinirken bile bu tür videolar, görüntüler ya da haberlerden delicesine kaçıyorum. Etkileniyorum, en çok da çaresizliklerine üzülüyorum... Bu konuya parmak bastıkları içinse her birine teker teker, teşekkür ediyorum-Celil Nalçakan'ı da ayrıca kutluyorum-...
Hele bölümün sonunda konuk oyuncuları Alfie'ye hiçbir zarar verilmediğini, iğne vurup bayıltmadıklarını gösterdikleri anlar için de bir kez daha teşekkürler...
Bu arada o nasıl bir oyunculuktur Alfie?.. Biz Paşa'ya, bir şeyi "yap" dediğimizde sıpa inadımıza yapmıyor; seni ayakta alkışlıyorum...
Çarptığı köpeği kontrol edeceğine, çıkıp da arabasının kaportasına bir hasar var mı diye bakan adama neler neler denirdi de, Zülfikar yine en alt perdeden dile getirdi isyanını. Böyle şeyler olmuyor mu?.. Hep oluyor... Bunu yapanlar ders alıyor mu? Asla... Peki bunun bir cezası var mı?.. Elbette hayır... Ancak Zülfikar gibi mert insanlar çıkarsa karşılarına en büyük cezayı çekiyorlar. Yoksa dünya yanmış, kimin umurunda?.. Bu arada sahnede, 'elitist' olarak gösterilen insanlar üzerinden bazılarının ekmeğine yağ sürüldü bir yerde ama yine aynı sahnelerin içerisinde, aslında başka da bir gol saklıydı. O gol de, son paragrafta saklı...
Bu sahnelerde yeni karakterimiz de giriş yaptı diziye... Ünlü bir oyuncu olan Çiğdem'i canlandıracak Azra Akın, gayet başarılıydı ve duyguyu da çok iyi geçirdi. Tabi kafamdaki tek soru işareti, karakterine platonik aşk besleyeceği açıklanan Zülfikar'la, gayet de ateşli bir ilişkinin kıvılcımlarını saçıyor olmaları oldu... Belki sonradan değişiklik oldu karşılıklı aşk planlandı, belki de ben istediğim gibi algıladım bilemiyorum ama bu aşkın karşılıklı olması çok yerinde olur söyleyeyim...
Poyraz'ı gelecek bölümde bekleyen iki büyük soru işareti var. Birisi, tekrar yanında çalışmasını isteyen Bahri'nin teklifini kabul edip etmeyeceği, diğeri ise Ayşegül'ün bölüm sonunda sarf ettiği evlilik teklifi... Bahri malum, Ayşegül'le birlikte olmalarını istemiyor ve olsalar dahi, kendinden nefret ettiği gibi ondan da edeceğini düşünüyor. Poyraz'ın da aklının bir köşesinde bu yer etmişken, tüm bu konuşmayı dinleyen Ayşegül'ün onu bilinmeyenli bir denkleme hapsetmesi şaşırtıcı olmadı. Poyraz bu denklemi nasıl çözer bilemiyorum ama Songül'ün başının dertte olduğu kesin. Hem Sema'ya hem de Sadreddin'e ayrı ayrı yakalanan olarak, gelecek bölüm onu da büyük çıkmazlar bekliyor. Tabi yaşayacaklarına ilk bölümlerde olduğu gibi üzülmemizi beklemesin. Zira kendisi ilk bölümlerdeki ezilen kadın değil artık; göstersin şimdi de dişini Sadreddin'e...
Ayşegül'ü bekleyen ise bambaşka mücadeleler var malum. Zafer'in aslında kim olduğunu öğrendi ancak, ondan uzak durmamaya kararlı gibi. Ülkeyi uyuşturmaya yemin etmiş biri olarak, bir uyuşturucuyla mücadele kliniği olan Zafer'in iyi niyeti cayır cayır yanmaya mahkumken; Ayşegül'ün o klinikte görev alma teklifini kabul ederken ki sahne, bir çok soru işareti bıraktı geride... Reddedeceğini bekliyordum ben-ki öyle de yapmalıydı bence ama ne zaman ki dışarıdan bir hastanın sesleri geldi ve koridora çıktı, orada ipler bir koptu... Bilemiyorum çocuğun gözlerinde kardeşini mi gördü, yoksa o öldüğü söylenen kardeşi miydi ama bu sahnelerde çocukla verdiği yoğun duygu halinin kafaları çokça karıştırdığı açık. Malum ki bu duygu karmaşası, bir çıkarım yumağına gömülelim diye yapıldı ve başardıkları da açık... Tebrik etmiyor, kınıyorum!.. O çocuktan ilerleyen bölümlerde bir şeyler çıkacağına ise fena halde inanıyorum...
Önemli bir başka dinamik, Sema'nın babasının öldürülmesi... Katil hapisten çıktı ve onu almak için Bahri, Sefer'i görevlendirdi. Adamı alan ve ıssız bir yere götüren Sefer'in, "Sana bu emri kim verdi?" dayatmalarına kadar; açık söylemek gerekirse aklımın ucundan geçmedi ama adamın cevabı, o an tam da düşündüğüm gibi çıktı... Sema'nın babasının öldürülme emrini veren kişi, Bahri'ydi... Sema'nın babası yerine koyduğu Bahri'nin bunu yaptığını öğrendiğindeki hayal kırıklığını düşünmek bile istemiyorum açıkçası. Bu gerçeği söyleyen kişi asla Sefer olmaz, Bahri'yi sırtından vurmaz ama elbet birinden öğrenecek. İşte o zaman neler olacağını kestirmek güç. Bahri, Sema gibi birini kaybederse; deyim yerindeyse kolu kanadı kırılır. Sema ise onu koruyup kollayan kanatların, aslında tam da koruyup kollanacak hale düşürdüğünün hüznüyle bir savaş pozisyonu bile alabilir. Malum tüm açıklarını biliyor Bahri'nin ve eğer saf değiştirirse, işler tamamen arapsaçına döner...
Ve tabi doğum günü partisi; aşkın büyük-küçük demeden insanları ne hallere soktuğunun en büyük göstergesiydi. Sinan'ın sevdiği kız gelsin diye uydurduğu doğum gününe dair parti, sosyal medya hesaplarında gerçek doğum tarihi yazdığından bir işe yaramadı ama Poyraz, başbakanlığa adaylığını koysa rahat 'nabza göre şerbet' moduyla oyları toplayabilir; onu kanıtladı. Sinan'ın bozulan keyfini yerine getirmişken o, sergi salonunda ki "Gelecek" isimli siyah, gri gölgeli tabloya gitti aklım şimdi. Bilmem anlatabildim mi?..
Beklenen Kral
Adam gibi dizi!
YanıtlaSilÇok seviyorum!
Ve Harika bir analiz ellerine sağlık !
http://usturupsuzyazar.blogspot.com.tr/2015/04/kadna-siddete-hayr.html
Son paragrafta ne demek istediginizi anlamadim, lutfen acarmisiniz?
YanıtlaSil