Bir veda haberi ile başlayacağım ikinci Kiraz Mevsimi yazım... Diziyi 40. bölümden beri yazan Aysen Teker, Kerim Ceylan ve Fikret Bekler ile de vedalaştık dün gece. Bu değişiklikler çok sık olmaya başladığı için artık oldukça rahatsızım aslında ancak, Asena Bülbüloğlu'nun bir bildiği olduğuna inanıyorum. 8 bölüm boyunca arada kızdırsalar da, şahane sahnelere imza atan senaristlerimize teşekkür ediyor, bundan sonrası için bol başarılar diliyorum...
Bölüme gelirsek, aslında olay bazında pek bir şey olmadığını söyleyebiliriz. Komedi ağırlıklı, gülmekten kırıp geçiren bir bölüm izledik. Birkaç noktada önemli gelişmeler yaşandı o kadar...
47. Bölüm
|
Ben aşık olmaya gidiyorum beklemeyin... |
Tabi yeniden önce Mete ile başlamak zorunda hissediyorum kendimi. Mâlum, onun yüzünden Ayaz ve Öykü'nün çekmediği kalmamıştı... Her şey başındaki ura bağlanan Mete'nin düzelmesi için gerekli adımlar atılıyor şimdi, aynı zamanda yeni bir aşkın da çiçekleri yeşermeye başladı gibi. Evet, Mete artık eski haline dönüyor ve şahsen ben Ayaz'la da eskisi gibi olmaları taraftarıyım...
|
Mete yine kime aşık olacak acaba? |
|
Uçana kaçana oldu, başka kime olabilir ki?.. |
|
Bana olmasın sakın?.. |
Karakterlerimizin beyninde ur olduğunu öğrendikten sonra, onunla ilgili anılarına gittikleri sahnelerde bu duygu daha da yoğunlaştı. Özellikle de Ayaz ve Mete'nin o unuttuğumuz sahneleri çok iyi geldi. Farklılıklarından beslenen iki dost olmalarını özlemişim. Bu sezon zor, ancak gelecek sezon için imkansız değil. Mete doğru yolu bulmaya başlamışken, hem de haklı bir gerekçesi varken atlanmaması gereken bir konu bu. Merakla da gerçekleşmesini bekleyeceğim...
|
Daha çok aşık olacağım ben Şeyma, hatta şu otlar... Sanırım... |
Mete'nin zarar verdiği kişiler sadece Ayaz ve Öykü'den ibaret değildi mâlum; Şeyma da onun yüzünden büyük acılar çekti. Karnındaki bebeğinden ayrılmak zorunda kaldı, üzerine bir de tehditle ne isterse onu yapmaya mecbur durumdaydı... Ama bu bölümde gördük ki onda eski defterler hâlâ kapanmamış ve hastalığını öğrendikten sonra yeniden o defterin sayfalarına göz gezdirmeye başladı... Aşk bu kolay kolay dinmiyor, ne acısı ne de sancısı hemen geçiyor. Hele de tüm yaşananların mantıklı bir izahı varken, böyle olması şaşırtmadı. İkisinin yüzleştiği sahnelere de bayıldım. Birbirlerini suçlamadan ve anlayışla çok güzel konuştular. Yeniden bir araya gelirler mi, açıkçası sanmıyorum. Işık'ın tümden diziye dahil olmasından sonra özellikle zor gibi, tabi zaman ne gösterir onu da bilemeyiz. Biz ne olmaz dediğimiz şeylerin olduğunu izledik; yani Işık'la yeşeren aşkı birden sola da bilir...
|
Bu arabalardan alabilmem için çok koşturmam gerek (temsili) |
O cephede aşkın ne yana gidip geleceği belli değil ancak geri kalan cepheler kesinlikle pürüzsüz bir hatta ilerlemekte... Öykü-Ayaz, Burcu-Emre ve Sibel-İlker, aşklarıyla dizimizin sonsuzluğuna göz kırpıyorlar... Tabi başlarından geçen her macerayla da hem komedinin hem de adrenalinin doruk noktasını hem yaşıyor hem de yaşatıyorlar... Bu hafta seriye eklenen köy macerası da kesinlikle oldukça enfesti. Maceranın sonunda da kavuşamayan iki aşığı bir araya getirerek, gönülleri mest etmeyi ihmâl etmediler. Elbette böyle yazdığım gibi kolay bir şekilde de çözemediler meseleyi...
|
Doğduğuna pişman etmek bizim işimiz gençler. |
Yaşanan onca şeyden sonra herkesin dinlenmek en doğal hakkıydı mâlum. Bunun için yapmayı düşündükleri küçük kaçamak ise dinlenmekten çok işkenceyi resmediyordu onlar için... Emre'nin süt kardeşinin gerçekleşecek kınası için köylerine gitmeleriyle, kendilerini hem bir sürü işin hem de sorunun göbeğinde buldular. Üzerlerine namlu mu dayanmadı, falakaya mı yatırılmadılar; ne ararsan vardı. Ama elbette sonunda kazananın aşk olması şaşırtmadı...
|
Sizden tiksiiğğğniyorum!. |
Emre ile birlikte bizimkilerin de gelişi süt kardeşinin anne ve babasını mutlu etmediğinde, altından bir şeylerin çıkacağı belliydi. Nitekim kızı yaşlı başlı bir adamla zorla evlendirmek istiyorlardı ve şehirli kimselerin kızlarının beynini yıkacağından eminlerdi-bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, oyuncuda yaşananlarla resmi çizilen köylü kızının havası kesinlikle yoktu-. Bunu engellemenin tek çaresi de onları kızlarından uzak tutmak için tüm köy işlerini üzerilerine yıkmak oldu... Bundan sonrasında ise TRT 1 ekranlarında yayınlanan Ana Ocağı'na bağladı dizi... Oradaki hocalardan-ki kendilerine anne dedirtiyorlar- aşağı kalır yanı yoktu, süt kardeşin annesinin de maşallah. Sekiz köyü karıştırır, "dokuzuncusu nerede?" diye fellik fellik dolanır...
|
Tut kız, tut... |
|
Yok ben parmaklıcam, daha zevkli... |
|
Tımar bizim işimiz... |
|
Hemencecik hallederiz... |
|
Çocuk oyuncağı bizim için, ne var... |
|
Şaka şaka, çok ödleğiz. |
|
Şuan çalışırken o kadar yoruluyorum ki, çok dertliyim |
|
Kolay mı hortumla su fışkırtmak! |
|
Nedir bizim bunun hamileliğinden çektiğimiz Yarabbi!. |
|
Oyh, hortum tutmaktan içim kurudu. |
Önce süt sağma, sonra halı yıkama ve hamur açma derken bizim kızların pestili çıkmıştı. Oğlanlar ise pek bir şey yapmadı. Tarla süreceklerdi, gazetecilere poz verme aşkına sıyrıldılar. Bir katırı tımarlayacaklardı, ondan da korkup kaçtılar... İşin özü, sondaki falakayı hak etmedi değiller hani...
|
Ne perma mı? Hayııııırrr... |
Gün bitip, kına gecesi başladığında da ortada bir gariplik olduğunu anlamaları uzun sürmedi. Damadı özenle saklarken süt kardeşin anne ve babası, Burcu'nun burnuna gelen 'sorun' kokusu önce başlarına iş açtı ama mutlu son da yakındı... Kızı kaçırma girişimlerinde başarılı oldular haklarını yemeyelim şimdi ancak, gerisini getirmek noktasında pek de başarılı oldukları söylenemez. Eninde sonunda kart damat ile köy ahalisinin eline düştüler. İşte bundan sonrasındaysa, bir önceki gün kaçtıkları her işin daha ağırını yapmak zorunda kaldılar. En sonundaysa, dördü birden falakaya yatırıldılar...
|
Perma da yapacağız, oje de süreceğiz! |
|
Ne, topuklu ayakkabı mı? Şahaneee... |
Devreye giren Öykü güzel başlayıp süt kardeşin babasını ikna etmeye yakınlaşmıştı ki, aklına Ayaz'ın Mete'nin zoruyla yaptıkları geldi ve birden falaka fikrine ısınıverdi. Yine dayağın sesleri geliyordu derinden ama bu sefer de devreye Sibel girdi... Duygusal ve dokunaklı 'sevgi' konuşmasından sonra sorun tatlıya bağlanmış, süt kardeş sevdiği adamla evlenme vizesini kapmıştı...
|
Oyh akşam çok yemişim gaz yaptı... |
|
Geğirti de yapmayaydı iyiydi!.. |
|
Ben bu kadına mı aşık oldum Allahım! |
|
Nedir benim bu gazdan çektiğim! |
|
Ama böyle gaza da can feda... |
|
Değil mi ama?.. |
|
Bir sen bir ben bir de bebek... (temsili değil) |
|
Şu örtünün altında ne var acaba Sibel? |
Tabi onca stres, heyecan ve temiz havanın da beklenmedik bir misafire "hoş geldin" demesi kaçınılmaz oldu... Sibel'in doğum sancıları tuttu ve Öykü ile Burcu'nun ona tıpkı hamileymiş gibi bağıra çağıra refakat etmesine paralel olarak da minik İlker doğdu... Kız bekliyorlardı aslında, ancak son dakika sürpriziyle oğullarını kucaklarına aldılar. Dizimize minik ve oldukça sevimli bir karakter daha katıldı, hoş geldi, sefalar getirdi...
Bundan sonra ne mi olacak?.. Hiçbir fikrim yok... Olaylar bakımından bu bölüm diğer bölümlere nazaran daha boş olduğundan, üzerine bir de yeni senarist-ler-in kim olduğunu dahi bilmediğimizden; gelecek bölüm ne izleyeceğiz, neler kurgulanacak zerre bilmiyoruz. Sezon finaline dört bölüm kalmışken-27 Haziran- dram yüklenmeden, yine keyifli ama üzerine daha fazla düşünmemizi gerektiren bölümler beklediğimizi vurgulamak isterim. Öyleyse, bekleyip görelim derim...
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder