Bazen insan olumsuz duyguların esiri hissediyor kendisini. Aklın bir köşesinden geçirmek bile yetiyor; yeniden başa dönmesi, canını acıtması için. Ancak neticede 'duygu' bunlar; çoğu zaman hüsnü kuruntudan da ibaret olabiliyorlar. Yani gelir, geçerler... Ya o duygular, beden bulup karşımıza dikilse?.. O zaman da gelir, geçer diyebilir miyiz? Gözümüzü kapadığımız ya da başka bir şeye odaklandığımızda, unutabilir miyiz? Elbette hayır. Esiri olmak zorunda bile kalabiliriz; başka çaremiz de yoksa eğer...
8. Bölüm
Hem Savaş hem de Ali cephesinde durum tamamen bundan ibaret... Bir yanda Savaş'ın, diğer yanda da Ali'nin yaşadığı olumsuzluklara bakalım. Hep bir köşeden sırıtan olarak Haluk duruyor karşımızda. Hasta olduğunu kabul edemeyecek kadar hastalıklı olması bir yana, keyif de alıyor bundan. "Otoritesini korumak" kılıfının altında, her türlü pisliği reva görüyor. Durdurulamaz bir güç olarak karşımıza dikilmesi de ayrı bir konu. Çekip vursan ömrün hapiste geçer. Yaşasın desen, her gün yeniden öldürmek için hazır bekliyor karşında... İnsan böylesi karşısında ne yapabilir ki gerçekten?..
Savaş'ı yatırıldığı klinikten kaçıran, hayata tutunması için elinden geleni yapan Ali, Nazlı ve Selin eve döndüğünde elbette Haluk kabusu onları bekliyordu. Ali'nin dik konuşmaları o kabusu karabasana çevirmişken, rüyasından asıl uyanan ise Güneş oldu.
Belki tüm bunlardan Güneş kurtulabilirdi. Nazlı'nın Haluk'u ilk gördüğü andan beri içinde var olan hisler, yaptığı yanlışlarla birleşmeseydi eğer; onların da hayatlarına sıçramayacaktı pisliği... Önce annesinin ilişkisini bitirdi, iyilik yaptı. Ardından uçakta Haluk'un yaptığı evlilik teklifine ön ayak oldu. Yetmedi, evlenmelerinin de sebebi o oldu. İki yanlış bir doğruyu götürdü... Güneş zaten derin bir uykudaydı, Nazlı'nın onu arkasından itelemesiyle kendini daha derin bir uykunun içerisine saldı... Şimdi uyandı ama kurtuluşu yok. Haluk'un gerçek yüzünü görmek, arkasına bakmadan çekip gidebilmesini sağlayamaz. Onu büyük bir takıntı haline getirmişken hem de... Şimdiki hamleleri çok çok önemli. Güneş'in her hafta biraz daha dozu artan gerginliği, aslında onu sindirme gücü de saklıyor içerisinde. Takıntısı sebebiyle şu anlık Haluk gerçek yüzünü tam olarak göstermiyor ama göstermeye kalktığında, Sevilay gibi tırsan biri olmaz Güneş. İşte bu umut verici...
Korkmak en doğal, en insani tepkilerdendir. Hele de karşında anlayışsız biri varsa ve sen hep ezilmeye ya da suskun kalmaya, korunmamaya alıştıysan; yoldaşın da genellikle o olur. Bir yerden sonra diş göstermeye kalksan da, olmaz. Dikiş tutturamazsın. Dedim ya arkanda seni koruyup, kollayacak kimse yoksa zor... Ali'nin ki de o hesap. Annesinin hiç arka durmayışı sayesinde hep ezilmiş, hor görülmüş. Hatta öyle ki, Ali'nin öz oğlu olmadığını dahi düşünüyorum ben Haluk'un... Böylesi bir tahammülsüzlük, böylesi bir şiddete düşkünlüğün tek bahanesi 'hastalık' olamaz. Sevilay'ın geçmişte yediği bazı haltların ceremesini çekiyor olabilir bugün Ali. Belki Sevilay'ın arkasında duramayışı da ondandır... Arada bir karşısına dikilip, "Oğluma bir daha dokunma" demekten başka yaptığı bir şey yok çünkü. O da çok çok Haluk diş gösterene kadar. Sonra hoop, kaldığı yerden hayata devam. Yani her halukârda olan Ali'ye oluyor...
Ali ve Selin karakter olarak çokça zıtlar ama acıya verdikleri tepki ortak. Selin de bunu anlamıştı ki, bölüm boyu peşinden ayrılmadı onun. Kendisi gibi acı çektiğinde saçmalayacağını biliyordu çünkü. Her bölüm biraz daha perçinlenen bağlarının arasına kara kedi misali Didem girse de, günün sonunda yine birbirlerinin dermanıydı onlar... O ateşli öpüjüğün, gelecek bölüm nasıl olaylara gebe olacağı da çokça merak edilesi. Hiçbir şey olmamış gibi davranacaklarını düşünüyorum. Zira hikayeye dahil olan Didem'in ortayı bir süre karıştıracağı bariz. Yani bir sonraki öpüjük için biraz daha beklemek zorunda kalabiliriz. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim; Selin'e her hafta biraz daha ısınıyorum. İlk bölümler katlanamadığım karakterden eser yok şimdi...
Tabi aynı şeyi halen Nazlı için söylemek zor benim için. Hep dedim, yine diyeyim; bir türlü ısınamadım karaktere. En çok da annesine bilmeden de olsa verdiği zararlardan. Onu iyice yaktıktan sonra da Savaş'a sıçrattı zaten ateşini...
Savaş, klinikten kaçtı ama Haluk'tan kaçamadı. Annesiyle dayısına bir zarar vermesin diye de, tekrar kliniğe geri döndü. Oraya geri dönerse, isteyeceği son şeyin yaşamak olduğunu Nazlı ile sohbetinde hem ona hem de bize fısıldamıştı ve tam da o sona yaklaşmaya hazırlanıyordu... Onun hazırlandığı son ise Nazlı'nın uzun zamandır dillendirmeye çalıştığı aşkı haykırmasını sağladı. Artık Savaş'ın yaşamak için bir sebebi var. Ama bu demek değil ki, aşkına hemen karşılık verecek. Daha önceki yazılarımda da dediğim gibi, Melisa meselesi kapanmadan onların bir aşkın içerisine düşmesi zor...
O konuda da Rana'nın eline bakmak zorunda Nazlı... Neden Melisa'yı Savaş'tan uzaklaştırdı bilemiyoruz. Ama bunun için kimsenin kızdığını da sanmıyorum. Hatta herkesin, daha da uzağa hiç dönmemek üzere göndermesini beklediği açık ondan. Lakin bu mümkün değil. Melisa ortaya çıktıysa, mutlaka çıkacaktır Savaş'ın da karşısına... İşte o zaman Savaş'ın iki arada bir derede kalışını, Nazlı'nın ise aşkı için çırpınışlarını izleyeceğiz. Melisa mı?.. Rana'nın onu neden Savaş'tan uzaklaştırdığını öğrenene dek nötr kalacağım. Savaş'a çok değer veren Rana, onun hiç olmayacak bir yanını biliyor da olabilir...
Ne olur, ne biter bilinmez. Bildiğim bir şey var ki, o da gerçekten her hafta daha da içine çeken bir yaz dizisi izliyor olduğumuz. Bu sezonun şüphesiz en başarılı iki yapımından birisi. Ve gelecek sezon, her şeyin böyle kusursuz devam etmesi halinde aynı başarıyı sürdüreceği kesin... Toplu iğne başı kadar dahi emeği olan herkesin eline, koluna sağlık...
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder