Haluk ve Güneş'e adanmış bir bölümle daha karşımızdaydı bu hafta, Güneşin Kızları. Dizinin, "biz sadece gençlik dizisi değiliz" mesajı vermeyi amaçladığını düşündüğüm son iki bölümüyle yeni sezonda yerini sağlamlaştırmak istemesi çok normal. Yalnız sosyal medyadaki güçlü genç nüfusun artık bundan rahatsız olduğunun altını çizmek de gerekli. Akıl vermek elbette haddime değil lakin, diğer çiftlerimizin üzerine biraz daha eğilmenin zamanı geldi de geçiyor; bana göre...
15. Bölüm
Haluk ve Güneş arasındaki ilişki her hafta biraz daha renkli bir hâl almaya başladı. Birbirlerine karşı tavırlarından, söylemlerine kadar bir değişim söz konusu. Bu özellikle Haluk için çok olumluyken, gittikçe Haluklaşan bir Güneş'in geleceği ne olur bilemedim. Açık konuşmak gerekirse, puslu bir karakter olmasından memnunum onun. Tepkilerini tahmin etmek bizim için kolay ama dizideki karakterler için yıkıcı etkiler doğurabildiği de aşikâr. Bundan sebeple, onun böyle devam etmesi gayet yerinde bir tercih olacaktır. Ne kadar dişli olursa karakterinin -en azından Güneşin Kızları çizgisinde- o kadar derinleşeceği kesin...
Geçtiğimiz bölümün sonunda İnci'nin evde onlarca kişi yaşarken, hiç çekinmeden rahatlıkla Sevilay'la Güneş'e kurduğu tezgahtan bahsetmesi kendi ipini de çektiğinin resmi olmuştu. Bu bölümde de bunu izledik... Böylesine korkak, çekingen ve tutuk bir karaktere sahipken nasıl böylesi hinlik peşinde koşabildiğini anlamıyorum. "Ahmet'e olan aşkından" salvolarına karnım tok. Zira onu hiç bir zaman elde edememiş olan birinin böylesi bir riski alması pek de sağlıklı değil.
Nitekim almaya kalktığında kendine zarar veriyor. Güneş'in ona bir şey yapmayacağını söylediği sırada, Haluk'un kesin kez cezasını keseceğinden emindim. Bir sonraki yemek sahnesinde de bunu izledik. Klasik olduğu üzere Güneş'in olmadığı bir anda Haluk işini halletti. İnci'nin evden kovulması ilk aşamada kendisi için trajikti ama Ahmet'in ona beklediğinin dışında ilgili davranması durumu değiştirdi gibi. Tabi Ahmet'in ona davranışının niyetinin, bölümün sonunda beyninde çakan şimşekler olduğunu da gördük...
İnci'nin evden gitmeyeceği, Ahmet'in çizdiği Türkan tablosunun muhteviyatını hatırlamasıyla kesinleşti. Ancak, Sevilay'ın kariyerinin Güneş etkisiyle yerle bir olmaya yüz tuttuğu gerçeği de önümüze dizildi. Bir sonraki hamlesini planlamadan tezgah kurmaya alışık olan Sevilay'ın moda evini basan Güneş'in tavrını yerinde buldum. Müşterilerine onun gerçek yüzünü göstermesi, üzerine bir de eline geçirdiği makasla özel üretim kıyafetleri biçmesi de en azından hıncını alması gerektiği düşüncesiyle mâkul.
Lakin, Haluk'un moda evine gelmesi sonrası ona aşkından bahsetmesi ve dudaklarına yapışması biraz, "Ohh ohh çatla da patla" havası taşıdığından etkilendiğimi söyleyemeyeceğim. Evet, amacına ulaştı ve Sevilay daha da çıldırdı ama bu Güneş'e yakışmadı. Elinde makasla Sevilay'ın üzerine yürüse, ona daha çok yakıştırırdım yani...
Tüm bu olanlardan sonra Sevilay'ın geri adım atmayacağı ve kaçan müşterileri sebebiyle mahkeme kozunu kullanacağını biliyoruz. Bu yolda yanına Zafer'i katarak, daha çok kime zarar vereceği ise net. Haluk ikisini de alır bir sandığa koyar ve boğazın serin sularına bırakır, benden demesi...
Gözde çiftlerimize gelelim şimdi de... Onlardan daha ağırlıklı bahsetmeyi elbette ben de isterim ama yazının başında da değindiğim gibi yeni sezon başladı ve dizinin, tek bir kalıp çizgide ilerlemeyeceğini seyircisine göstermesi gerekmekte. Bu sebeple bu bölümlerin biraz daha Güneş ve Haluk sahneleri üzerine yoğunlaştığını düşünüyorum. İlerleyen bölümlerde durumun eşitleneceğine dair inancım ise tam...
İnancımın tam olmadığı bir durum ya da kişi sorarsanız mesela, Savaş derim... Halen tam olarak 'Melisa sendromunu' atlatamadı çünkü. Onu elde etmek için elinden gelen her türlü dümeni çevireceğini bu haftaki intihar numarasıyla kanıtlayan Melisa'nın işini kolaylaştırması bir yana, böyle yaptıkça Nazlı'yı daha çok kaybetmeye başladı.
Öyle ki, bir yerde onun yüzünden bir gece boyunca düştüğü uçurumda kurtarılmayı bekledi; Nazlı... Melisa sırf, "Açma" dedi diye o telefonu açmayarak benim de gözümde değer kaybetti... Nazlı'yı pek sevmediğimi düzenli okuyucularım bilirler, lakin içerisine düştüğü şu durumda kesinlikle yanındayım. Onun yanında olamayacağım tavrı ise düşüncesiz hareket edişleri... Selin'in babalarının yanına gittiğini anladığında, durumu çözmek yerine soluğu Zafer'in yanında alması ve onun iyi biri olduğuna kendini çocukmuşcasına inandırmış bir vaziyette sevgi görmeye çalışmasını ne yazık ki bir yere koyamıyorum. Bu tavrı sergileyecek kişinin, bizim birinci bölümde izlediğimiz Selin olması gerekirdi. O duyduğu, öğrendiği ya da tahmin ettikleriyle büyürken; Nazlı tam tersi küçülmeye başladı. Haluk'tan delicesine korkan Zafer'in, Sevilay'dan aldığı güçle bu örnekte olduğu gibi kaçacağını ise bundan sonra pek sanmıyorum.
Kaçmasın da kız kendini sokaklara vurup, tanımadığı adamların tenhalarda kıstırmalarına maruz kalmasın. 'Erkek Fatma' halinin artık başına iş açabileceğini bu yaşadığından sonra anlar mı bilmiyorum ama Savaş'a bir süre yüz vermezse hakkıdır bana göre. Hatta Savaş, 'Melisa sendromu'nu aşmadan çıkmasın dahi karşısına çok rica edeceğim...
Savaş ve Nazlı cephesi kaotik. Melisa'nın ortaya çıkışı, haklı olarak ikilinin ilişkisini bir duraklama dönemi içerisine soktu ama benim aklım, Selin ile Ali'nin durumunu çözmeye artık yetmiyor... Aşktan ölüyorlar ama hiçbir zaman onları tam sevgili olarak göremedik. Yetmiyor, bir de sürekli başkaları uğruna birbirlerinden vazgeçiyorlar. Önce birden ortaya çıkan Didem, şimdi de vurdumduymaz bir çapkınken birden Selin'den başkasını görmeyen kesilen Emre... Her seferinde birbirlerine biraz daha yakınlaşıp, günün sonunda bu iki karakter yüzünden ayrı düşmelerinden çokça sıkıldığımı not etmek zorunda hissediyorum artık. AlSel'i en azından birbirlerine aşık olduklarını itiraf ederken görmeyi, çok görmeyin izleyicilerine...
Zira ikilinin yan yana geldiği her sahne oldukça çekici. Babasının annesine tecavüz ettiğini haykıran Selin'in ve sırtındaki kemer izlerinin sorumlusunun babası olduğunu söyleyen Ali'nin dertleri de, kalpleri de ortak. Artık bir arada olmalarını istemek, bu sebeple seyircinin hakkı.
Ve son olarak Ahmet'in çizdiği o tablonun, Haluk ile bağlantısına gelelim... Ahmet'in anılarına gittik ve Haluk'un gördüğü tablo karşısında nasıl da Türkan'a tutulduğunu gördük. Sonrasındaysa, onu tam bir takıntı haline getirmesi süreci başlamış. Ahmet'in aydınlanan zihniyle eline geçirdiği bu koz, şimdilik sadece İnci'ye yaradı ama eteklerindeki taşları dökerse Haluk'la Güneş arasındaki ilişkinin ciddi şekilde sallanacağı kesin. Tabi onun eteğindeki taşları elbet dökeceği, Güneş'in 98'den başlamak üzere her yıl düzenli olarak çekilmiş fotoğraflarının asılı olduğu o odayı keşfedeceği de kesin. Bekleyip, görelim...
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder