İnsan kendinde ne eksilirse, onun değeri içerisinde en büyük yeri kaplar. Hep böyle olmuştur. Özlemin, sevgin, belki de nefretin bile şekil değiştirir. İçerisinden çıkamadığın duygulara esir olursun. Pişmanlıkların artar. Yoksunluklarına hediye edersin onları. Ama açığı kapatamazsın asla. Bir yerin kanamaya devam eder, damla damla olsa da... Haluk'un yaşadığı gibi bir buhranı herkes kolay kolay kaldıramaz. Ama kafası artık öyle bir raddeye geldi ki, bundan sonra yanında birini kesseler herhalde gıkı çıkmaz...
26. Bölüm
Hep hor davrandığı oğlunun, aslında oğlu olmadığını öğrendikten sonra Haluk'un beklenen değişimi sonunda kendini gösterdi. Geçtiğimiz bölüm uç noktalarda verdiği tepkilerle, suçsuz olan Ali'yi yeniden mahkum etmesi yersizdi. Son sahnede durumu toparlamış, bu bölümün başından itibarense tüm eksiklerini kapatmaya başlamıştı... Üzgün ve kırgın olmakta, aldatılmış hissetmekte haklıydı ama bunun faturasının kesileceği son insandı Ali.
O da sonunda bunu anladı. Onu kaybetmeye yaklaştıkça, daha sıkı kavradı. Emre Kınay için yorum yapmak, haddime dahi değil. Ama o kadar olağanüstü bir performans sergiliyor ki, gerçekten bir karakter gibi değil izlediğimiz. Yaşayan, gerçekten var olan bir ruh hastası gibi... Haluk'a ne kadar kızsak da, her zaman bir yanımızın acımasının sebebi de tamamen o performansta gizli...
Haluk cephesindeki pişmanlık, olması gerektiği gibiydi. Ali cephesindeki şoksa, hiç olmadık olayların fitilini ateşledi... Ali'nin yaşadığı çaresizliği hiçbir yere koyamayız. "Babam" dediği adamın, babası olmadığı gerçeğiyle yüzleşmesiyle bitmiyor çünkü mesele. Çok büyük dramlar, kâbuslar saklı bu zamana kadar ki yaşamında. Üzüntünün, sevgisizliğin, dışlanmanın her türlüsünü tatmış. Şimdi tek üzüldüğü şey, Haluk'un babası olmaması değil bu yüzden. Her şeyi ölçüp tartması, bir kefeye koyması gerekirdi ama o daha en başında en kolay olanı; yok olmayı seçti.
Silah fikrini beğenmedim. Selin'i mekanda bir yere kitleyip de, Sevilay ve Haluk'u karşısına alarak intihara meyletmesi sadece korkunç değil; felaket de... Haluk elinden son anda silahı alacaktır ama olur da silah ateş alırsa Ali olmasa bile birinin mutlaka hedef olacağı kesin. Bakalım... Tolga Sarıtaş benim 'İlk bakış' yazımda en çok giydirdiğim isimdi. Pişmanım; affımı istiyorum şimdi. Her hafta biraz daha büyüyor performansı. Her hafta daha da hayran bıraktırıyor kendisine. Hele de Emre Kınay'la yan yana oldukları sahnelerde...
Geçtiğimiz bölüm yazımda, Ali'nin bu üzüntüyü kolay atlatabilmesinin tek sebebinin Selin olacağını belirtmiştim. O da tam da olması gerektiği gibi davrandı Ali'ye. O zaten hep anlayışlı birisiydi ama şimdi daha da fazla anlayışlıydı. Daha korumacı, daha sevgi dolu. Bundan sonrasında da böyle devam edecektir. Aralarına kara kedi girme ihtimalini açıkçası çok düşük görüyorum. Tabi ne olur, ne olmaz. Sevgili Dargı her an bir ters köşeyle bizi yan yatıra da bilir...
Savaş'la Nazlı aşkından şerbetliyiz mâlum bu duruma... Onların da bir daha kolay kolay sorun yaşamayacağını düşünüyordum ama ilk virajda patlak verdi arabanın tekerleri. Hem de bu sefer suç tamamen Savaş'ın. Biz genelde Nazlı'nın sorun çıkartmasına alışkınız. Lâkin şimdi o karşılarına çıkan her problemi çözmek için didinirken, Savaş sürekli yeni bir problem çıkartma derdinde. Tutarsız bir karaktere doğru evriliyor. Aile özlemi yaşıyor ama aile olmanın gerekliliklerinden bir haber. Yeni fikirlere, karşıt görüşlere açık değil. Başkasının ne düşündüğüyle de pek ilgilenmiyor. Pardon, ben Savaş'tan mı bahsediyorum gerçekten?.. Ya ona bir şeyler oldu ya da yazan kalemlere. Ama Nazlı'ya gerçekten çokça yazık bundan sonra da böyle sürerse...
Onun da bir dayanma noktası var mâlum. Bir yerden sonra patlarsa, kimse haksız görmeyecektir. Savaş'ın artık kesinlikle 'eskisi' gibi olması şart. Devran böyle sürmez, süremez neticede... Ha bu arada, artık Rana'yı da affetmeli. Kadın onu sevdiğini ispat için daha ne yapsın? Kendini mi kessin?.. Tamam bir hata yapmış, bu hatanın bedelini de haftalardır ödüyor. Ama her şeyin olduğu gibi bunun da fazlası zarar. Tamamen ipe sapa gelmez bir karaktere dönüşen Savaş'ın, kesinlikle yola gelmesi şart...
Hayâller de öyle miydi?.. Ne güzel aşk doluydu hepsi. Savaş'ın aradığı aile özlemini Nazlı ile giderme isteği bile yeter de artar. Artık hali yoluna girmeli ilişkileri tekrardan. Bırakın, bir kere de iki çift birden mutlu olsun. Zaten alt dinamikler dopdolu. Aşk yönünden ayrıca sınanmalarına hiç gerek yok ki?..
Haftalardır yanmayı bekleyen bir ateş... Haftalardır ortaya çıkmayı bekleyen bir gerçek... Bir ara hiç ortaya çıkmayacak sandığımız gerçekler, teker teker büyük olaylara gebe şekilde aydınlığa kavuşmakta. Sonunda Nazlı ve Selin'in, Haluk'un öz çocukları olduğunu da öğrendik. 1997 yılında Zafer'in Güneş'i götürdüğü o evde yaşanmış gerçekten düşündüğümüz şey. Ve sonrasında yaşanan her şey, bugüne taşımış olayları.
Tabi Rana öğrendiği bu gerçeği ortalığa saçmayacaktır. Levent'in elindeki kasetlerin de bozuk olması sebebiyle tecavüz meselesini öğrenmesi zor. Ama Haluk'un 97 yılında onu tanıyor olduğunu bile duyursa Güneş'e, yeter de artar büyük bir kriz çıkartmaya. Bakalım, o cephede neler olacak bundan sonra...
Şahane bir bölümdü. Evet, SavNaz'cılar hiç memnun değildi ama genele baktığımızda memnun olmaları gerekir onların da... Sanıyorum Teoman Kumbaracıbaşı ile vedalaşacağız haftaya. Neden gidiyor bilmem ama ailede tek aklı başındaki isim olan Ahmet'i kaybedecek olmamız üzücü. Eğer sonradan vazgeçilirse ne güzel. Gitmesi kesinleşirse de, tüm emekleri için teşekkürler. Şimdiyse, haftaya neler neler olacak merakla beklemedeyim...
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder