Bazen sadece şanslı olmak yeter insana. Sırtının hiçbir zaman yere gelmeyeceğinden emindir çünkü. Hele de etrafında gerçekten sadık birileri varsa, değme keyfine. Ne yaparsa yapsın sonunda kazanan o olur. İstesen de, istemesen de, sevsen de, sevmesen de kabullenmen gereken bir durum haline gelir. Kazanmak onun için sıradanlaşmış, kaybetmekse sadece anlık yaşadığı bir duygu değişimi halini almıştır. Peki sonsuza dek böyle sürer mi gerçekten? Nereye kadar kazanabilir ki? Yok mu bunun bir sınırı, çıkış yolu?.. Celal'in ilk bölümden beri yaptıklarıyla sevilecek, desteklenecek bir yanı yok. Karakter o kadar sempatik sunulmasa, sabah akşam beddua edilecek cinsten hatta. Ama adam da şeytan tüyü var. Ne yapıyor, ediyor içerisine düştüğü bataklıktan kurtuluyor. Ne zaman kaybedecek olsa, birisi mutlaka elini uzatıyor...
10. Bölüm
Sarp hadi bir oyun yüzünden Celal'in sürekli arkasını kollamak zorunda hissediyor kendisini. Peki, Mert ile Davut'un bu 'evlat' yarışı nesi? Bu nasıl bir çaresizlik ki, Celal'in en değer verdiği evlat olmak için kendi canını, güvenliğini, hatta tüm geleceğini yakabiliyorsun? Gerçekten insanın aklı almıyor... Celal'in ölmediğini anlayıp hemen üzerine bir de Sarp'la olan diyaloğuna tanıklık eden, ona "evlat" diyişine bozulan Mert'in çaresizliği görülmeye değerdi gerçekten. Koskoca adam olmuş ama hâlâ çocuk gibi kıskanmaktaydı Sarp'ı. Herhalde eline geçirse, bir kaşık suda da boğardı. Babasından, annesinden, kardeşinden kendisini ayırmış adama böylesine biat ettiği için büyük pişmanlıklar duyacağı kesin gelecekte. Ancak, onun zamanının kolay kolay gelmeyeceğini düşünürsek bu tür kıskançlıkları daha çok izleyeceğiz gibi görünmekte.
Şunu da belirtmeden olmaz. Mert senaryo içerisinde çok yer bulamıyor son birkaç bölümdür. Aslında en başından beri. Ama göründüğü her sahnede öylesine devleşiyor ki, bu da o sahnenin daha da kıymetli olmasını sağlıyor. Bilmiyorum bu bir taktik mi, yoksa yokluktan benim uydurmam mı ama Mert'in göründüğü her sahneyi ayrı seviyorum. Çünkü neredeyse tamamında hikâyenin yönünü değiştiren bir adım da atıyor. Her göründüğü sahne, kilidi açan anahtar misali başka bir aşamaya ulaşmamızı sağlıyor.
Sarp peki?.. Bunca kurtarma girişimine aracılık etmek, doğrudan her birini tertip etmek vs. sanki onun canını hiç acıtmıyor gibi. Keşke yalnız kalabildiği bazı anlarda, Celal için yaptığı bunca iyilikten duyduğu pişmanlığı az biraz hissedebilsek. Şuan için Mert ve Davut'tan hiçbir farkı yok onun karakter eğiliminin. Yusuf'la karşı karşıya geldiği sahnelerde bile durum tamamen böyle. Ancak kabul de etmek gerekir ki, izlemesi keyifli sahneler çıkmasını sağlıyor bu hali. Her durumda pişmanlık duyan, kendine kızan, eline kardeşinin yanmış fotoğrafını alıp kederlenen bir abi de görmek istemezdim. Tabi hiç olmaması ne kadar başarı, orasını da bilmem...
Alyanak'ın karşısına dikildiği sahnede gerçekten etkilendim. Sarp'ın kırk yıllık mafya babası gibi davranması oldukça yerindeydi ama bu taktiği Alyanak üzerinde olduğu gibi Köstenceli üzerinde etkili olmadı. Yılların mafyası, hemen halinden tavrından bir gariplik olduğunu anladı ve Alyanak'a itaat etmeyi seçen o iki adamdan gerçeği öğrendi. Aslında bu Alyanak'ın en başında aklına gelmesi gerekirdi ama gerçekten oldukça saf bir karaktermiş demek ki. Zaten akıl parıltısı taşıdığına işaret eden bir hareketini de görmemiştik. Köstenceli'nin en başından hiç Alyanak'a ihtiyacı yoktu yani. Tek başına da çok kolay bir şekilde dürebilirdi Celal'in defterini. Ama o nedense hiç olmayacak biriyle yola çıktı ve önce Sarp, ardından Mert, onun ardından da Davut yüzünden amacına ulaşamayarak; yandı, bitti, kül oldu. Evlatlık yarışının kazanını Celal, kaybedeni o oldu...
Peki neden öldürür ayak gitti de ona Sarp-Mert gerçeğini anlattı Celal? Bak onu gerçekten hiç anlamadım. Bacaklarına kurşun sıkılmış, üstüne benzin dökülmüş, arabanın her bir karışı da aynı şekilde benzine bezenmiş falan; herhalde bu cendereden kurtulamaz Köstenceli? Yok, eğer kurtulamayacaksa birinin o konuşmayı dinlemiş olma imkanı var mı peki? Yoksa sırf bir kafamızda kuralım diye mi yazıldı? Bakın ilk defa şuan bir sahnenin mahiyetini anlamakta zorlanıyorum. Bakalım, o itirafın altından boş mu çıkacak sonunda...
O değil, Alyanak yine kurtardı paçasını. Davut onu bulabilir mi bilmem ama karakter kendine bir kurtuluş hattı yaratırsa da hiç fena olmaz. En azından bir süre daha Yıldıray Şahinler'i izleme imkanımız olur. Tabi eninde sonunda ecel de kendisini bulur. Ondan kaçış yok...
Geçtiğimiz hafta değindiğim, araba patlama sahnesinin bu hafta da devamı gelmedi. Ne bir polis geldi sordu, ne de itfaiye söndürdü. Araba yanmaktan sıkılıp, içerisinde olup olmadığı bile belli olmayan cesetle birlikte ortalardan yok oldu. Halbuki avukat kızımız Melek'in aklına gelecek ilk şeylerden biri, arabada ceset var mı diye kontrol etmek olmalıydı. Kader...
Bir de o nasıl sevinmek öyle Yeşim? Adamın sol yanına vura vura, sen öldürecektin kalbini durdurup. Gözde Kansu'nun Demet Akbağ'ın şaka programındaki hali geldi bu sahnelerde aklıma. Arkadaşını rehin aldılar sandığı için gerginlikten az daha ölüyorken, birden şaka olduğunu öğrenip karşısında bulunca; bildiğin pataklamaya başladı kadıncağızı. Ağzını yüzünü kıracak bile sandım. O an iyi ki, kendini iyice kaptırıp Çetin Tekindor'a da ağız burun girişmedi... Yalnız performansı alkışlıktı. Yeşim'in, Celal'i gerçekten sevdiğini bize kanıtladı... -Söz konusu şakayı, buradan izleyebilirsiniz.-
Şunu söyleyebilirim ki, gerçekten iyi bir bölüm izledik. Bu sefer hiçbir mantık hatası aramaya odaklanmadım, keyfini çıkartmaya baktım. Bol aksiyonlu, aşkın az kullanıldığı bir bölüm olması itibariyle de ayrı sevdim. Dizinin asıl damarı bu çünkü; aksiyon. Bizleri çeken de, hop oturup hop kaldırtan da bu. Tamam az biraz aşk yine olsun. Ama rica edeceğim bu aşklar yüzünden, her şey tehlikeye girmesin. Kardeşini bulmak için kendisini ateşlere atan Sarp, Adem ile Havva'nın yasak elmaya duyduğu şehveti Melek'e duyup da, sonunda onlar gibi cayır cayır yanmasın. Tek istediğim bu...
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder