Bir ters köşe halidir ki, sormayınız. Herkesi bir adım önde sanırken, on adım geride bulabilirsiniz her an. Kafayı da yersiniz ama çaresi yok, bir ters köşe dizisini izlemektesiniz... İçerde izlerken artık her sahnenin biraz sonra flashbackle nasıl bağlandığını görecekmişiz gibi hisseden bir ben olamam değil mi? Bu ters köşelere, oyun içinde oyunlara alıştım ama kendi içinde uzun uzun hikâyesi olan flashbacklerle başım resmen dertte...
19. Bölüm
Bu kadar çok flashback olur mu yahu, el insaf? Bu nasıl bir şeydir böyle? Her sahnenin geride uzun uzun bir flashbacki çıkacak gibi izlemeye başladım bir yerden sonra artık bölümü. Zaman öldürmek için bunca uzun flashback yazılır mı?.. Barış, Davut'u görecek ve hemen Sarp'a yetiştirecek. Sonra Sarp başka odadaki hasta ile Coşkun'u değiştirecek ama en ince detayına kadar göreceğiz. Hatta arada bir de Barış'ın taşıdığı diğer hasta yatağıyla, Sarp'ın taşıdığı Coşkun'un yatağı çarpışacak bir de ona uzun uzun güleceğiz... Ne oluyoruz yahu? Bu konunun ne kadar daha suyu çıkacak gerçekten oldukça merak etmekteyim...
Coşkun'un kaza sonrası hafıza kaybı geçirebileceğini düşünmüştüm doğrusu; yeter ki Sarp öğrenmesin gerçeği diye. Numara yapabilir kısmı aklıma gelmedi ama. Seni saatler önce ikinci kez öldürmek isteyen adamın elinden kurtarmış bu oğlan, anlatsana bildiğin ne varsa? Sana bir şey yapmasından korkuyorsan da dışlasana kendini tüm hikâyeden anlatırken? Hafıza kaybettim oyunu neden?.. Mert ile Sarp'ın kardeş olduğu ortaya çıkmasın da yeter ki, her şeyi bekliyorum artık ben. Herhalde final bölümünün son sahnesinde öğrenecekler. Sürekli ağzımıza bir parmak bal çalıp, sonra da avuç içi gösterilmesinden darlandım... Bakalım Coşkun'un şimdiki plânı ne ve Sarp azimle numara yaptığını anlamamaya nereye kadar devam edecek?..
Diyorum ya, dizide herkes oyun içinde oyun yapıyor diye. Gökhan da onlardan birisi çıktı. Meğersem o da polismiş ve bir iş üzerindeymiş. Yusuf sanırım Gökhan'ı hiç araştırmadı. Araştırsa elbet geçmişine ulaşır ve aklına böyle bir olasılık gelebilirdi. Bilemiyorum artık nedir, ne olmuştur ama onun oğlu olduğunu öğrendiği sahnede tepkileri içime işledi. Mustafa Uğurlu ne de güzel oynamış öyle... Oğlan ölmez, sanmıyorum. Ancak ölürse Mert'in başının Yusuf'la iyice derde gireceği kesin. Sarp da az suçsuz değil. Sonuçta polis ve direnmeyip de hemen teslim olsa, Mert belki de çağıracak ambulansı gelip de alsın Gökhan'ı diye anında. Ama bunun yerine bir saat silah doğrultup, "Mert" diye bağırarak desem mi demesem mi savaşı veriyor içinde. Yahu polissin, polis! Teslim ol. Adamın üzerindeki kurşunlar da sana ait çıkmayacak nasılsa. Neden bu kadar uzatıyorsun? Yusuf'un vurulduğu bölümde de olmuştu aynısı. Avukatın hemen önündeki silahı almak yerine, öyle uzaktan bakıp Yusuf'un yanına gitmiş ve adamın hastanelik olmasına sebep olmuştu. Sarp bu konularda gerçekten oldukça sinir bozucu. Merak etmesin, kimse düzgün bir prosedür işlerse şüphe etmez polis olduğundan. Yani eğer Gökhan'a bir şey olursa, en az Mert'e kızdığı kadar Sarp'a da kızsın Yusuf müdür; o da hak etti...
Yaşar'a gelirsek, artık sinir bozucu bir karakter olmanın da ötesine geçti. Şimdiye değin elli kere öldürülmüş olması gerekiyordu normalde ama sanırım Celal gerçekten formdan düşüyor... Bir insan bu kadar sevimli görünmeye çalışarak insan öldürmemeli bence. Karakterin iticiliği barizken hem de. Tabi bir de hâlâ o görüntü ve kişilikle zerre bağlantısı olmayan nezih İstanbul Türkçesine takığım. Onu da öyle kabul edelim demeyeceğim, mümkünse artık ölsün. Sarp'ın elinden sürekli kaçma hali haftaya sonlanır sanıyorum. Annesinin lokantasına sıktığı kurşunların boş kovanlarını tek tek ona yuttursun...
Yutturmak demişken, Celal için artık Mert'e yalanlarını yutturmak nasıl da imkansıza döndü değil mi?.. Ne de güzel oldu ama... Çocuk daha ne kadar güvenecekti ki, ailesini ikinci kez elinden alan adama?.. Tabi şimdilik sadece trip atma faslında. Bir sonraki aşama, bile isteye hiçbir istediğini yapmamak olmalı ama Mert'ten öyle bir ışık ne yazık ki halen alamıyorum. Ancak bir yerden başlanmış olması da güzel. Karşısında sürekli kendini kekleyen bir insan olduğunu anlaması da bir şeydir. Darısı, diğer gerçeklerin başına...
Dağ tepe gezip de, kanlı bir taştan aslında aradığın adamın ölmemiş olma ihtimaline tutunmak nedir gerçekten? Davut bu nasıl bir hafiyelik, bu nasıl bir hinlik? Peki Sarp, neden oraya en yakın hastane? İşini garantiye al da yarım saat dahi fark etse gitsene başka bir taneye? Olmadı, durumu iyileşti başka hastaneye transfer ettirsene? Ve Celal'e hastamız var demesene!.. Bak, ajan Davut kanlı bir taştan her şeyi öğrenme noktasına dakikalarla kaçıracak kadar yaklaştı. Gelen geçene isim sormadan, hasta bilgisi veren vezne görevlisini de bulmuş daha ne? Hep son anda toparlamak yerine, durumu baştan bozulmayacak noktaya getirsene?!.
Beklenen Kral
Bu bölüm sahiden de biraz sinir bozucuydu. Organize göreve gidiyor Yusuf'un haberi yok. Gökhan istihbaratçı ama sıfır güvence ile Yaşar'la buluşmaya gidiyor falan... Çok saçma boşluklar vardı. Sarp'ın endişesi zaten anlaşılmazdı zira adama sıkılan kurşunların senin silahından çıkmadığı belli olacak neticede. Bölümü doldurmaya çalışıyor gibiydi her bir olay. Can sıkıcıydı. Kardeş olduklarını öğrendikten sonra da yazılabilecek onlarca şey varken lastik gibi çekiştirmenin, aynı olayı ısıtıp ısıtıp ekrana getirmenin anlamı ne? Bir an önce toparlarlar umarım.
YanıtlaSil