İnsan kendini neden biri ya da birilerine kanıtlamak ister? Eline ne geçeceğini düşünür? Düşündüğü şeyi elde ettiğinde ne olur peki? Ne değişir? Daha mı güçlü, daha mı mutlu, umutlu, yaşama arzusuyla dolu olur? Elde ettiği şeyin tadını çıkartabilir mi peki? Peki ya, hiçbir şey elde edemezse ne olur?.. Fikret'in hem kendini ispat etme kararlılığını hem de kendini nasıl bir hale soktuğunu izledik bölüm boyunca. Yalandan yere kendini nasıl heder ettiğini ve sonucunda hiçbir şey elde edemediğini. Üzerine bir de, bedeller ödediğini...
13. Bölüm
Fikret'in Sibel aşkından vazgeçmesi mümkün görünmüyor. Onu bir kenara itmeyi, aklından çıkartmayı bir türlü başaramıyor; daha doğrusu, bunun için uğraşmıyor bile. Ona inat, pişman etmek için sergilediği tüm çaba ise yine kendine zarar vermekte... Çabuk gaza geliyor Fikret. Önünü, arkasını düşünmeden hareket ediyor ve bu daha çok canının yanmasına sebep oluyor. Geçtiğimiz bölümün sonunda tüm kıskançlığını takınıp o mekana gittiğinde, ne yapmayı arzuladı gerçekten? Ne düşünüyordu, herkesin içinde Sibel'i çekip alacağını ve Kıvanç'a haddini bildireceğini mi? Neden bu kadar gözü karasın ki, Fikret?.. Olan yine sadece kendisine oldu. Belki de başlamadan basket kariyeri son buldu. Tarık'ı dinlese, bir başka fırsat gelene değin sükunetle iyileşmeye çalışsa belki de istediğini elde edecekti. Ama şimdi resmen keskin bir bıçağın üzerinde beklemekte. Ve hiç de iyi noktalara varmıyor, bıçağın keskinliği...
Tüm bunların sorumlusu olarak sanırım, Hakan biraz da kendisini görüyor. Sonuçta Sibel'in ona aşk itirafı ve dudaklarına kondurduğu öpücük sonrası tüm bunlar patlak verdi. Fikret'ten ayrılmasını da o istedi. Sibel'e kalsa uzunca bir süre daha sevmediği, istemediği halde o ilişkiyi devam ettirirdi. Fikret kendini kandırıyor olurdu yine ama şu andan daha kötü olmazdı hali. En azından günden güne kendini daha büyük çıkmazlara soktuğunu görmezlerdi... Hakan'ın içten içe böyle düşünmeye başladığına inanıyorum. Bu sebeple, Fikret'in sıçrama tahtası olmayı dahi kabullendi. Gözlemcilerin onu beğenmesi için, elinden geleni yaptı maç boyunca. Ve Fikret başarılıydı da. Ta ki, bir oyuncuya çarptıktan sonra tüm ipler kopana değin... Keşke Hakan kendini suçlu hissetmese ve Fikret'in arkadaşlıklarını bitirme tehdidine boyun eğmeyip, maça çıkmasına müsaade etmeseydi. Evet, Sibel ile şuan bir ilişki yaşıyor olsa Fikret'in keyfine diyecek yoktu. Lâkin, en sonunda gerçekleri öğrendiğinde hali bundan yüzlerce kat kötü olurdu. Sadece 'ayrılma' lafının onu getirdiği noktanın bu olduğunu düşünürsek hem de. Keşke Hakan da böyle düşünse...
Bu halde gözlemcilerden geçer bir not alabilir mi, alsa dahi tekrar basket oynayabilir mi bilemiyorum. Bildiğim bir şey var ki, o da Fikret'in kendini hiç mi hiç sevmediği. Kendisini seven insan, kimse için o haliyle basket oynamaya çalışmazdı. Bir başkasını seviyor olmak da, kendisine acı çektirmek için yeterli bir bahane olamaz asla. Bir sonraki aşama ne olacaktı? Sibel'i geri kazanabilmek, ona kendini ispat edebilmek için yüksek bir tepeden ya da köprüden mi atlayacaktı? Şunun farkına varmalı; o tren çoktan kaçtı. Durdurmaya ya da arkasından koşup yakalamaya çalışmasının hiçbir manası yok. Olan sadece kendine oluyor zira. Sibel'in aklı, fikri hâlâ Hakan'da çünkü... Bir zaman sonra da Kıvanç'a kayacak. Kıvanç'ın da ona bence. Ve onun yine Sibel'in kalbinde bir yeri olmayacak. Hiçbir zaman olmadığı gibi yani...
Tüm bu anlarda, iyi şeyler de olmuyor değil; Hakan ve Melis ilişkisi gibi mesela... Tabi onların bu halinin bedelini bir yerde şuan Fikret ödüyor gibi görünüyor ama mâlum, o tamamen Kıvanç'ın ruh hastası kişiliğinden kaynaklı bir sorun yaşamakta... Hakan ile Melis'i böyle izleyebilmek çok güzel. Birbirlerine aşkla bakarken ve birbirlerini koruyup, kollarken... Böyle olabileceklerini, kısa vadede pek düşünmüyordum ama güzel oldular. Kıvanç'ın bir süre daha gölgesi üzerilerinde olacak, belli. Ama dediğim gibi zamanla kalbinin Sibel için atmasını bekliyorum. Melis'i unutmasını da. Kıvanç defteri kapandığında, bütün dertleri bitmiş olmayacak çünkü. Her zorluğu birlikte aşmaya da başladıklarında, tam 'oldu' diyeceğim onlar için. İlişkilerin gerçek sınavı, gerçek zorluklar baş gösterdiğinde başlar zira. Onları da atlattılar mı, tamamdır. Kıvanç, yanında hiçbir şey...
Hakan olabildiğince zeki bir çocuk, biliyorsunuz. Her konuda da cevval. Lâkin, sanırım aşktan algısı falan bir kapandı. Babasının gerçek niyetini göremiyor, okuyamıyor. Seyfi'nin şerefsizliğini önlemek bir yana, destek de oluyor. Ev meselesi patlak verdiğinde, en büyük zorluğu onlar yaşayacak. Bir adam düşünün ki karısının ailesinden yadigar evi metresinin üzerine yapıp, sonra da onları kapıya koymanın plânlarını yapsın. Böyle bir adamın gözlerinden nasıl okunmaz mı niyeti? Nasıl bu kadar iyi bir oyuncu olabilir? Hakan, işler daha kötü bir noktaya ulaşmadan duruma aysa hiç fena olmayacak yani. Melis ile sınanacakları, o 'gerçek zorluklar'dan ilki bu mesela. Mesele evlerinin ellerinden gitmesi değil, ardından peşi sıra patlak verecek onlarca sorunun beklediği gerçeği. O sorunların gölgesinde, Hakan nasıl aşka vakit ayırabilir ki?..
Aşka vakit ayırmak demişken, aşkı uğruna yakıp yıkmaktan çekinmeyen Seçil'e geleyim... Tarık, Bahar'la bir yola girdi. Mutlu, eskisi gibi hayata tutunmasındaki en önemli etkenlerden birisi de bu. Ama onları mutlu gördükçe, mutsuz olan Seçil'in dur durak bilmeyeceği de ortada... Tarık'ı elde emesi zaten mümkün görünmüyordu. O platonik aşkı kendi içinde yaşamaktan başka çaresi de yoktu. Lâkin, yakıp yıkmayı seçti yeniden. Melis'i doldurdu önce, o da beklediğimden daha sert bir tepki verecek gelecek bölüm fragmanında da gördüğümüz üzere. Zaten hep diyorum, onun tepkilerini hiç tahmin edemiyorum diye. Melis bu tavrını sürdürürse, ister istemez Tarık'la Bahar'ın arası açılacak. Sonrasında da sırada Zeynep'in öğrenmesi var ve onun da nasıl bir tepki vereceği bilinmez. Girdikleri o yolda, daima fren yapmaları gerekebilir yani. Seçil bu savaşta hiçbir şey kazanamaz ama Tarık'ın mutsuzluğu yanına kâr kalır. Bununla da nereye kadar yetinebilir, bilinmez... Keşke o mükemmel karakterli yardımcısını dinlese ve sözünden asla çıkmasa. O kadar güzel akıl veriyor ki, insan kulağına küpe yapar biraz mantıkla yaklaşsa söylediklerine. Bağırıp, çağırarak ya da yakıp, yıkarak varabileceği hiçbir yol yok Seçil'in. Bari Tarık'a, Bahar'la girdiği yolda huzur versin...
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder