Birine ya da birilerine güvenmek için sadece çok iyi tanıyor olmak mı gerekiyor illa? Neden kimselere güvenemez olduk? Neden, farklılıklarımızla kucaklaşamıyoruz? Neden, hep ayrı ve farklıyız? İnsan yemeğini yediği, suyunu içtiği insanlara da mı güvenmeyecek artık? Eli hep tetikte mi olmak zorunda? Böyle nasıl yaşanır ki? Nasıl geçer bir ömür? Niye böyle olduk gerçekten?.. İnsanın sormak istediği ne kadar da çok soru oluyor, bu gibi durumlarda. İçinden çıkılmaz görünen bir hâl olunca, daha da vahimleşiyor. Ortada bir kurgu var ama neticede acı bir gerçek bu...
3. Bölüm
Isı güdümlü füzeden açıkçası hiç anlamıyorum ama bu konulardan anlayan bir arkadaşım, onunla vurulan bir helikopterden sağ çıkmanın çok zor olduğunu belirtti geçen bölümün ardından. Bu durumda ana karakterlerimizden biri ya da birkaçına veda edebiliriz ihtimali doğuyordu benim için ama fragmanlarda dahi bu yönde bir işaret verilmemişti. Nitekim, kimseye bir şey olmadı. İyi ki de olmadı elbette ama aklımda bir soru işareti de kaldı. Tabi füze sebep bir şey olmadı lâkin timimiz yetişmese az kalsın, el bombası ile öldüreceklerdi kendilerini. Teröriste paye verilmemesi için, gözlerini kırpmadan canlarını vermeye hazırlardı... Bu arada aksiyon olsun diye son dakika geldiklerini söyleyen Ateş mi Ethem Özışık'a taş attı, yoksa Ethem Özışık mı kendi kendine taş attı bilmem ancak pek yerinde bir söylemdi.
Helikopterin düşmesi ardından olanlara da az biraz değinmek isterim. Erdem Yarbay'da halen o istediğim kararlılığı göremiyorum izlerken. Beni ikna edemiyor karakterin ciddiyetine, gücüne, duruşuna. O sebeple sahnelerinde hep bir boşluk hissediyorum. Hissetmemeye çalışsam bile bir boşluğun yaratıldığını görüyorum. Evet, helikopter düştü ve silah simsarı da sağ kurtuldu. Ama onu çimenlerin üzerine yatırıp da, pilotları kurtarmaya çalışmak neydi gerçekten? Ellerinde kelepçe dahi yokken hemde. E bu adam, elbette bulduğu ilk fırsatta kaçacaktır. Hadi Feyzullah ve Fethi o an yaptılar bir cahillik, sen koskoca yarbaysın yahu bu nasıl bir gevşeklik? Ayrıca simsarı yakaladıktan sonra gittikleri yerdeki ışığı açmak neydi? "Biz buradayız!" diye bağırsaydı bari. Orası teröristlerin ini değil de, sıradan bir ev olsa dahi bu çok saçma bir hareket değil mi? Ben oyuncunun performansına dahi henüz tutunmayı başaramamışken, bir de karakterin bu tür olmayacak hareketlerini gördükçe daha da çıkamaz oluyorum işin içinden. Bu noktada bir düzenleme falan yapsak hiç fena olmayacak bence. En azından karaktere ekstra özen gösterilse de, daha fazla göze batmasa mevcut durum...
Tabi tüm bu 'olmayacakların', bölüm sonu gerilimi için olduğunu öğrenmemiz uzun sürmedi. Dost sandıkları köylülerin, teröristlerle iş birliği yaptığını öğrenmeleri için de bir köy dolusu kadının gerçeklikten uzak bir şekilde öldürülmesini izledik. O gelinden önce canlı bomba olabilir noktasında endişelendim, ardından ayağındaki spor ayakkabıları görünce teröristler gelecek bu da kaçmak için giymiş herhalde dedim. Ama sonunda tamamen apıştım zira, taramalı tüfek ile bir silah saklıymış bacaklarında. Onca köy dolusu insanı neden öldürmeye çıktı hiç anlamadım. Sonuçta o insanlar da kendilerinden değil mi? Hadi değil, neden ilk hedefi Bahar ve Erdem'in eşi olmadı? Zira asıl zarar vererek bir hedefe ulaşabileceği kişiler onlardı. Birisi odaya saklanmış, diğerine de en son sıra geldi; onda da önce kurşunu bitti, ardından da Yavuz yetişti. Bu sahnelerde Aybüke Pusat'ın performansı ise üzgünüm ama kötüydü. İfade olarak dahi bulunduğu ruh halini yansıtamıyor. Keşke reji daha çok yardımcı olsa, en azından bu kadar net görüntüler almasa da kalabalığın içerisinde o ifade kaybolsa falan. Umarım zamanla onun da karakterine 'cuk' diye oturduğunu görürüz...
Bahar azimle uzak kalamıyor, Yavuz'dan. Ya kışladan çıkmıyor, ya bir sebeple mesaj atıp yanına çağırıyor ya da gittiği her yere, o da gidecek çıkıyor. "Çok muhabbet tez ayrılık getirir" diye boşa dememiş büyüklerimiz. Bu kadar çok dip dibe olmasalar keşke. Hem de Yavuz üstüne basa basa, gönül defterini kapattığını söylemişken. O defteri zorla açtırmaya çalışıyorlarmış gibi bir his var içimde ve şehit eski nişanlısına ayıp bu öncelikle. Daha kırkı bile çıkmadı yahu, bari sezon sonuna doğru bu kadar yan yana görsek; ne bileyim... Şundan da rahatsızım, sürekli bir trip atma halinde karakter. Yavuz'un tek derdi, daha şimdiden iki kere yüz yüze geldiği terörle daha fazla başının derde girmemesi. Bunu anlamayacak ne var ki? Sanki onun orada olmasından hoşnutsuzmuş ve onu yargılıyormuş gibi yaklaşması sıkıyor izlerken. Hele kuyruğuna basılınca, hemen ölen nişanlısından vurması iki kere falso. Biraz daha kendi ayakları üzerinde dursa, Yavuz'a bağımlı olmasa daha çok hoşlanacağım. Şartlar onları bir araya getirse bu kadar sık şikayet etmem, onu da söyleyeyim. Ama hiç şartlar getirmiyor, ortada hep bir Bahar müdahalesi var...
İnsan vatanı için birçok fedakârlık yapmak zorunda kalıyor, tıpkı Ali Haydar gibi. Geçtiğimiz bölüm bir bebeğin doğumunda yaşadığı o buruk sevincin gölgesinde, kaybetti kendi bebeğini. Öğrendiği sahnede ise içime içime işledi performansı. Mustafa Yıldıran karakterinin o naif, dik duruşlu halini o kadar güzel yansıtıyor ki, bu bizi iki katı daha etkilemesine sebep oluyor sahnelerinde. Eşiyle bir yol ayrımına girecekler sanıyorum. Bir daha çocuklarının olmama ihtimali de bunun en büyük sebebi. Ali Haydar ne olursa olsun onu kaybetmemek için direnmeli. Bakalım, onu görebilecek miyiz...
Çolak'ın vahşi tarafından ekstra bir hoşlanmamaya başladım. Tamam terörist adam, elbette uç noktalarda olacak her davranışı ama ne bileyim, 'Sarı Komutan' dediği Yavuz kardeşini öldürdü diye kin güdüp, ondan ne olursa olsun intikam alacağının yeminini etmişken; abisinin oğlunu elleriyle boğarak öldürmesi açık bir ironi örneği... Yani kendisi yaparsa hiçbir sorun yok ama başkası aile fertlerine zarar verirse, aman aman!.. Bu kadar büyük tezatlıkla, Çolak'ın çekilir kahrı yok. Çekmeye de niyetim yok ama uzunca süre muhatap olacağımız da gerçek. Merak ettiğim konu emir aldığı o 'beyazlı' adam kim çıkacak şu sıra. Önce Barış Falay sandım fragmandan ancak bu bölüm gördüğümüz yüz hatlarından anladığım, o değil. Kim olduğunu da türetemetim. Bakalım, kim tüm bu terör eylemlerinin arkasındaki adam ve asıl derdi ne. Bundan ne kârı var ve neden Çolak?..
Genel olarak güzel bir bölüm izlediğimizi söyleyebilirim ama belirttiğim birçok noktada olduğu gibi göze batan şeyler de yok değil. Ayrıca kurguda bir kopuk kopukluk hissediyorum ve bu da ayrıca izlerken algılamamı zorlaştırıyor. Aynı anda o kadar çok olay oluyor ve biz yine aynı anda hepsinde o kadar çok kopuk kopuk turluyoruz ki, sonunda neyin ne olduğunu anlamak için istihareye yatmamız isteniyor sanırım. Bu tür aksiyonlu dizi ya da filmleri izlerken bulmaca çözüyor gibi verilen sahnelerden nasiplenmeyi çok severim ama bu hali sadece kafa karıştırıp, anlaşılmaz yapıyor izlediğimizi. Kurgu tarafı az biraz daha özense fena olmaz yani.
Bir de bize Atakan Arslan'ın iki başrolden biri olduğu dikte edildi durdu, dizi başlamadan önce. Lâkin, üç bölümdür toplasan beş dakika sahnesi yok. Bu ne yaman çelişki?..
Beklenen Kral
Yarbay Erdem ve Bahar ın oyunculuğu diziyi düşüren etkenlerden biri bence. Ama Yavuzun oyunculuğunu çok beğeniyorum. Ellerinize sağlık
YanıtlaSilAtakan çekimlere katılamadı yanlız o yüzden yok yavaş yavaş giriyo diziye başrol diye dizi çekimlerini ona göre yapamazlardı sonuçta onun haricinde Aybuke konusuna katiliyorum Tolga gibi bi oyuncunun karşisinda o olmamaliydi ama bence dizi genede efsane...
YanıtlaSilAtakan balayındaydı sahneleri o yüzden azdı
YanıtlaSil