Yiğidi öldür, hakkını ver demişler. Uzun zamandır Vatanım Sensin ile ilgili yazarken, mütemadiyen yerme ihtiyacı hissediyordum. Olanlar, izlediklerimiz, yazılan ve bize sunulanlar tahammül sınırlarını zorlamaktaydı zira. Lâkin, bu bölüm gerçek anlamda iyiydi. Her yönüyle, hem de. Nazar değmesin elbette ama birçok mecrada dile getirilen sorunların, senaryoya etki ettiğini düşünüyorum. Daim olsun. Bu bölüm yakalanan, dizinin eski ruh halinde kalalım hep derim. Tabi tüm bunların ardından hiç sinirlenmediğimi, gerilmediğimi, hatta yer yer küfretme noktasına gelmediğimi de söyleyemem...
24. Bölüm
Tevfik'in dizi içerisindeki misyonu her geçen bölüm biraz daha çirkinleşiyor, bildiğiniz gibi. Kımıl zararlısı olarak her olumsuzluğun ve saçmalığın altından istisnasız o çıkıyor. Ve o kadar gururlu, o kadar göz boyama ustası ki; herkes vatansever bir zat sanıyor. Bilseler vatanı satanların önünde geliyor, herhalde dar ağacına gerek duymadan ayağına beton döküp denize atarlar. Böylece Ege'ye dökülen Yunanlara da öncülük etmiş, yol göstermiş olur. Bunu senaristlerimiz ilerisi için düşünebilir sanıyorum... Batı cephesinin geç kurulmasının sebebi din ile aldatılan halkın, Mustafa Kemal'e ve görüşüne amansız bir cephe almasındandı. Onun başlangıç tohumlarının nasıl atıldığını izledik. Ve buna karşı çıkanların, nasıl katledildiğini... Hamilton'un elinde tam bir oyuncağa dönen, günü kurtarabilmek için fetvalar dahi vermeye başlayan Tevfik'in kısa vadede keyfine diyecek yok. Hamilton'un direktifleriyle hareket etmesi onun için büyük bir sıkıntı doğurduğundan, bir yerden sonra tekeri patlamış kamyona döneceğindense eminim. O zaman arkasını nasıl toparlayamayacağını ise büyük bir keyifle izleyeceğim. Başına gelecekleri de... Elbette bunun üç-beş bölüme olmayacağını biliyorum. Lâkin o hiç yenilmeyen, her daim alnının karasıyla zaferden zafere koşan Tevfik'in bu bölüm yediği çelmeye tav oldum diyebilirim...
Eftelya, mükemmel bir zamanlama ile geldi Azize'yle konuşmaya. Tevfik'in gerçekte nasıl bir adam olduğunu yüzüne çarparken ki hali enfesti. Elbette, Azize'nin yüzünün aldığı şekil de. Bölümün başında, silahların Ali Fuat Paşa'ya gittiğini öğrendiğinde verdiği tepkiden zaten bir rahatsız olmuştu Azize. Bu onu tam derin düşüncelere sevk etmişken, üzerine Eftelya'nın söyledikleri tuz biber ekmiş oldu. Ardından zihninde taşlar yerine tek tek oturan Azize için, anlaşılan o ki gerçeklere ayma vakti geldi çattı. Olması gereken oldu aslında. Tevfik'i birinin keşfetmesi, şekilden şekle giren ve herkesi sırtından vuran bir adam olduğunu anlaması çoktan gerekirdi. Dışarıdan müdahale edilmeye gerek duyulmadan hem de. Ama yine buna da şükür. Bakalım Azize, bundan sonra nasıl davranacak. Eğer Tevfik'in karşısına geçip de, sen böyle böyle yapmışsın falan der ve onun anlattıklarına inanmayı seçerse yuh derim söyleyeyim. Ama halinden o elektriği almadığımı not düşmeliyim. Gerçekten anladı bence niyetini ve ona göre davranacaktır. Tabi ondan kolayca kurtulabilmesi mümkün değil gibi. En azından doğrudan Cevdet'in müdahalesi olmadan. Yani Azize ve Cevdet, yeniden birleşmeden...
Cevdet'in, Azize'ye gerçekleri söylemesinin hep karşısına durdum. Zira ağzında bakla ıslanmıyordu ve her şeyi yetiştiriyordu Tevfik'e. Bu Cevdet için tehlike demekti. Nitekim, Azize de bizi hiç yanıltmıyordu bu konuda. Lâkin, artık o süreci aştık. Silahlar da olması gerektiği yere gitmişken, bence Cevdet daha fazla saklamamalı bu gerçeği Azize'den. Yeniden çocukları olacağını öğrenmişken hem de... Söylesin, kurtulsun. Azize ile yeniden bir olabilmelerinin de önü açılsın. Don lastiği misali, uzattıkça uzatmaya gerek yok konuyu. Ha, belki Azize ile Cevdet'in eskisi gibi olduklarını anlayınca Tevfik gerçeklerle Cevdet'i tehdit eder ama o konuda da Yakup gerekeni yaptı, asılmadan öncesinde. Tevfik'i sahte pusula ile kandırdığını söyleyerek. Yani artık Cevdet'in gerçeği konusunda şüpheye düşmesi olası. Azize de bir zahmet tutar çenesini...
Ne yapsa olmadı, kimseye yaranamadı. Kalbi öylesine büyük ama öylesine de naifti ki, sonunda o da olanlara dayanamadı... Vicdanı ile görevi arasında kalan Leon'un, nasıl aşkını ve vicdanını seçtiğini gördük. Nasıl, haklının hakkını teslim ettiğini izledik. Düzgün ve erdemli olmanın insana nasıl da yakıştığına şahit olduk. Leon, mükemmel bir karakter. Her yönüyle. Ama ona hayat veren Boran Kuzum'a da ayrı bir parantez açmadan duramayacağım. Her mimiği, göz kırpışıyla dahi rolünün tüm ciddiyetini, hüznünü, sevincini, kırgınlığı, kısa mutluluklarını öylesine yansıtıyor ki; hayran olunası. Kumaşına sağlık gerçekten... Leon ne yaptı? Vatanını kendilerinden korumak en doğal hakkı olan Türklerin, bu hakkını onlara verdi. Adaletsiz bir savaşın içerisinde, adaleti sağladı. Ve evet, bu vatan hainliğiydi. Üniformasına ihanetti... Lâkin erdem sahibi ve duyarlı bir insanın yapması gerek şey de tam buydu. Yerinde bir başkası olsa asla aynısını yapmazdı ancak, Leon bu. Beni hiç ama hiç şaşırtmadı... Onun işgal sırasında bir Türk'ü öldüren ilk Yunan olmasının, bu ağır suçun bir bedeli olacaktı. Bu bedel de, vatanına ihanet etmek ve sonunda Türklerin safında durmaktı. Yaptığı çiğliği affettirecek tek şey buydu. Ve bu sınavın ilk aşamasını verdi...
Onun için tüm bu olumsuzlukların içerisindeki tek kurtuluş, tek gerçek; Hilal mâlum ki. Kalbinin bu denli naifliğinin, duruşundaki vakurluğun bir sebebi de o. Geldiği günkü o Yunan askeriyle, bugün aynı kişi olmamasının da bir sebebi o. İçindeki gerçek Leon'u ortaya çıkardı zira aşkıyla, tavrıyla, yaptıklarıyla. Hem Leon'u çokça etkiledi hem de doğru yolda ilerlemesine, vicdanında saklı gerçeğe yaklaşmasına yardımcı oldu. Bundan sebep, ölüme yürüdüğünde onu vazgeçirebilecek tek kişi de o an Hilal'den başkası olamazdı... Onlar belki umutsuz, kabul edilmesi, anlaşılması zor bir aşkın içerisindeler ama birbirlerine o kadar iyi geliyorlar ki, bir süre sonra sadece bu bile onlara yetmeye başlayacak bence. Gözlerinden, bakışlarından dahi saçılan enerji de tam da bundan... Leon'un göğsüne doğrulttuğu silahı, kendi göğsüne doğrultan ve "Madem benim yüzümden yaptın, bu bedeli birlikte ödeyelim" diyen Hilal'den kim etkilenmez ki? Kime bu tavır güç vermez?.. Leon için ölüm bir kurtuluş değildi, o yüzden şimdi sığındığı aşkın onu daha nasıl dönüştüreceğini izleme vakti. Yani sınavın, ikinci perdesini...
Yalan yok, Hilal'in tüm nobranlığıyla Leon'un karşısına geçip yaptığından ötürü kendini suçlamasının çok çirkin olduğunu yüzüne vurmasını falan bir an bekledim. Mâlum, değerleri ve düşünceleri çok da kolay değişmeyen birisi. Normal şartlarda onun için Türklere hakkını teslim etmek, sonradan vatana ihanet ettiğini düşünerek kendini suçlamak sonucunu doğuramazdı. Bundan ötürü, çıkışabilirdi yani Leon'a. Ama beni yanılttı. İyi ki de öyle yaptı. Hep böyle kalsın artık. Leon'u gördüğü her yerde yüzünü ekşitmekten kaçınsın. Her bulduğu fırsatta ona çıkışmayı bıraksın. Biraz da gözlerine bakarken, gözlerinin içinin gülüşünü izleyelim. Leon da biz de bunu hak ettik bence... Ve bir de... Ben spoiler yemeyi seven biriyim ama abartılmadığı müddetçe. Bu bölüm öncesi dizinin resmi hesabı gerçekten olabildiğince abarttı ve bizim için tek sürpriz, bölümün sonundaki Eftelya-Azize sahnesi oldu. Tamam, hiç foto paylaşılmasın demiyorum elbette. Ama yani biz fragmanda görüp, "Acaba Yakup ölecek mi?" diye düşünürken, lap diye Cevdet'in Yakup'u kurtardığı anın karesinin paylaşılmasını da doğru bulmuyorum. Bölümdeki en önemli Hilal-Leon sahnesinin tüm anlarını da... Spoiler yemeye varım da, işin tüm sürprizinin kaçması taraftarı değilim. Zira zati fragmanlar başlı başına bu konuda oldukça maharetli...
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder