Eden bulur diye ne güzel demişler değil mi? Nasıl da ayağına dolanıyor insanın, yaptığı kötülükleri. Nasıl da, çıkmazlar yaratıyor; o karanlığın kekremsi dibi... Ev meselesinin büyük hüsrana yol açmasının önü bölüm içerisinde toparlandığı için oldukça memnunum durumdan. Seyfi'nin bu sefer de aslında pek bir zarar görmeden yırtmasına içerlesem de, en azından kirli oyunu başladığı gibi sona erdi. E buna da şükür, değil mi?..
16. Bölüm
Hakan eğer ev meselesini de duysaydı, babasını öldürmemesi için elinde hiçbir sebebi kalmamış olacaktı. Bir insanın gözü dönmüşlüğünün ne büyük felaketlere yol açabileceğinin en net göstergesiydi zira Seyfi'nin bu oyunu. Karakterin çiğlinin üzerine de mum dikilmiş oldu. Yani bir yerde Kıvanç, Hakan'a takışarak iyilik yaptı. Daha büyük bir felaketi de önledi. Evde annesi yerine başka birini görecek Hakan'ın nasıl bir tepki vereceğini kestirmek hiç güç değil. O pislik Seyfi bin bir dolapla kurtulmuşken, onun uğruna yıllarca hapis yatmasını da istemezdim doğrusu. Bu yönüyle Kıvanç olayına yaklaştığımda her şey güllük gülistanlık. Lâkin, bir de diğer cepheden bakmak istediğimde gözüme perde iniyor gibi bir his... Kıvanç neyse, babası onun iki katı büyüklükte bir bela ve doğrudan Hakan'a kafayı taktı. Üzerine Tarık'ın attığı kafa da eklendiğinde, resmen başındaki dertler yetmiyormuş gibi kocaman bir dert daha edinmiş oldu. Yani yine ağzına bir parmak bal çalındı ancak kafasına da balyoz indirildi.
Kıvanç'a gebe tek mesele bu da değil. Bir de işin içerisine, gizli saklı nereye kadar sürdürüleceğini şimdiye değin pek merak ettiğim Sibel meselesi dahil oldu. Fikret'in haline üzülen ve oldukça insani duygularla Kıvanç'tan para isteyen Sibel'in bu niyetini asla sorgulamıyorum. Ama okkalı bir yalan bulabileceğinden de emindim. O an, Fikret'in fizik tedavi masrafından bahsetmesine hiç gerek yoktu. Zira ipin ucu döndü dolaştı, yine Hakan'ı buldu. Diyorum ya çocuk bahtsız. Bastığı yerde ot bitmez o derece. İkilemlerinin, bitmek bilmez dertlerinin, tükenmeyen çaresizliklerinin ardı arkası hiç kesilmiyor çünkü. Şimdi bir de takımını ve geleceklerini ateşe atıp atmamak arasındaki ince çizgiyle boğuşacak...
Takımı maçı kazanırsa hayatları kurtulacak ama bu sefer de Fikret, Sibel meselesini öğrenecek. Muhtemelen en başında anlatmadığı için dövünmelerini izleyeceğiz Hakan'ın-ki, bence izlemeliyiz de. Zira şuan arkasında Sadık olsa da, Fikret bu gerçeği öğrenirse Hakan'la dostlukları büyük bir yara alacak. Elbette tamir olur ama bu da zaman alacaktır. O zaman aralığında da tayfaya dair neşeli hiçbir şey göremeyecek olma ihtimalimiz gözümü korkutuyor şuan. Amma ve lâkin yine de, takımın o maçı alması gerektiğine inanıyorum. Birincisi, Kıvanç güvenilmez biri. İkincisi, ne olursa olsun gelecekleri daha önemli. Hakan umarım uzun süre bir ikilemde kalmaz ya da maçı kaybetmeleri için uğraşmaz. Bence Sibel meselesinden daha ağır olanı bu olur...
Melis'le olana gelirsek, Melis beni yine oldukça şaşırtıyor. Karakterine dair hiçbir argüman geliştirememekten yana dertliyim ama bu tür olumlu anlarda da buna sevindiğim oluyor. Normal şartlarda Melis gibi birisinin ne olursa olsun Hakan'ın peşinden öylesine koşmasını beklemem çünkü. Tamam altında Hakan'ı bağlayan bir sebep olabilir ancak, yine de bir yere kadar direnebilir. Sonra, en azından zamana bırakmak için geri çekilir. Melis bölüm boyunca kaç atak yaptı ben sayamadım. Her birinde Hakan'ın sert duvarına çarpmış olmasından yana dertliyim lâkin, onun tavrı benim için umut oldu. Hele de bu halinin sebebinin babası olduğunu öğrendikten sonraki çıkışını çok beğendim. Tarık'ın kızlarının velayetini almasını istiyorum ama bu demek değil ki, Hakan-Melis aşkına da burnunu sokmasına göz yumacağım. Hayır, yummayacağım. Yazının başındaki, "Eden bulur" sözü onun için de geçerli yani...
Ya Hakan'la Melis'in arasına girmez ya da kızlarının velayetini kaybeder. Hani Hakan gibi mükemmel karakterli bir çocuk olmasa arada ve Tarık da onun karakterini bilmese, hak vereceğim ve çıkışacağım Melis'e. Ama Hakan'ı kısacık sürede en iyi tanıyanlardan birisi Tarık oldu. Onu kendisine benzetmesinin ironikliği bir yana, en azından düzgün biri olduğunun farkında demektir. Öyleyse, direnmesin. Eğer yürütemezlerse biter, gider zaten. Ancak kesinlikle bu aşka bir şans vermeli. Onu höt höt bir baba olarak görmek istemiyorum. Kızını yine korusun, kollasın. Hakan'ı sık sık kenara çekip ayar da versin. Lâkin, o aşkı yaşama imkanlarını ellerinden almasın...
Bahar-Tarık aşkına gelirsek, pratikte ayrılar ancak mütemadiyen yiyişmeyi sürdürüyorlar. Bu aşklarının daha diri olmasını sağlıyor bana sorarsanız ve bu durumdan da zerrece şikayetçi değilim. Kaçan kovalanır misali sürdürdükleri ilişkinin, daha ateşli bir hale sürüklendiği ise kesin. Sonu mutlu olur mu bilmem ama hak ettikleri de... Seçil noktasındaysa şahane bir iyileşme var. Karakterdeki gözle görülür bu iyileşme, aslında aynı zamanda Tarık'a olan aşkının da giderek daha şiddetli bir noktaya tırmanmasını sağlıyor. Yani sonunun kötü bir trajediyi çağırmasından endişeleniyorum. Tarık'la Bahar'ı ne olursa olsun ayıramayacağından emin olduğu ve aşkını dizginleyemediği bir anda akla gelebilecek en kötü şeyi yapıp kendine bir zarar vermesini hiç istemiyorum. O yüzden bu halinden, eski haline nazaran daha da endişeleniyorum... Bakalım aşk olmazları oldururken; asla bir olamayacakları daha nelerle sınayacak...
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder