İnsanın onuru olmalı. Onuru olmayan bir insanın yaptıklarını kestirmek imkansızlaşıyor çünkü. Çirkinliğinin boyutlarını nereye kadar vardıracağını bilmek mümkün olmuyor. Belki her bir yeri kaplayacak, belki de hiç bir etkisi olmayacak. Önemli olan, o çirkinlikle savaşmak. Alt etmeye çalışmak. Yenemeyecek olsan dahi, mücadele etmek; durdurmak... Yavuz'un gözünü kırpmadan, ölme ihtimali kocaman bir gerçekken o aracı durdurma girişimini izlemek oldukça etkileyiciydi. Tabi araçta kimyasal bir silah olması, patlaması durumunda vereceği zararın boyutunu tahmin etmeyi zorlaştırıyor ama onun da maksadı, en az zararla bu belayı atlatmaya çalışmaktı. Peki başarılı olacak mı?..
8. Bölüm -Bir rica: Lütfen yazının bundan sonrasını oyuncu/karakter ayrımını gözeterek okuyunuz.-
Çolak'ın kirli oyunları, saçma sapan terör eylemleri biteceğe benzemiyor. Timimizi her hafta bir başkasını engellemeye çalışırken izleyeceğimiz de bu sebeple garanti. Ama bu çirkinliğin, bu gözü dönmüşlüğün karşılığının ne olduğunu gerçekten çok merak ediyorum. Bir insan kötü olmaya, kötülük yapmaya nasıl bu kadar şartlanabilir. Nasıl bu kadar gözü dönebilir? Güç mü, para mı, etrafında her dediğini sorgusuz sualsiz yapan insanlar olması mı; nedir bir insanı bu kadar çirkinleştiren şey? O kimyasal silahla Çolak tüm ülkeyi bir şekilde yok etti diyelim, sanıyor mu ki kendisine kalacak? Emir aldığı insanların ilk işi, onun işini bitirmek olacak. Kim, böyle bir dikeni kullandıktan sonra sulamaya devam eder ki? Kesip atmak ister elbette. İşte Çolak bunu düşünse, azıcık da aklı olsa tüm bu gereksiz girişimleri izlemek zorunda kalmayacağız. Onca insanın tehlikeye girdiğini görmeyeceğiz. Her hafta, "Kim öldü, kim kaldı?" telaşına düşmeyeceğiz. Tabi askeri bir drama izliyorken, bunlar kaçınılmaz. Benim ki sadece olaya mantıkla yaklaşmak...
Kimyager kadını rehin alan Yavuz'un, dışarıya çıktığında da onu bırakmayışı hâlâ aynı tehdide bağlı olmasındanmış. Ben ortalarda da hazır gözükmüyorken, Çolak Bahar'la tehdit etti falan sanmıştım. İçeride doğru dürüst kimse kalmamışken, bu tehdide hâlâ uymak da yersiz mâlum. Ama en ufak bir tehlikeyi dahi göze alamayan Yavuz'un bu isteği yerine getirmesini asla eleştirmiyorum. Yalnızca ben gideceği yere vardıklarında bir şekilde olaya müdahil olmasını bekledim lâkin, onda da son saniyede bambaşka bir süreç yaratıldı. Fethi ile kavgaya tutuşup, ardından kaçan Sebastian'ın kulaklığını düşürmesi bir an için tehlikeyi önledi. Ancak sonradan her şey, tam da Çolak'ın istediği gibi gelişti... Sebastian'ın neden karanlık tarafa geçtiğini çokça merak ettim doğrusu. Eylem'in etrafının hep teröristlerle çevrili olması da ayrıca can sıkıcı. Bakalım, haklı gerekçeleri var mı. Yoksa sadece yersiz bir bağlılık mı var Çolak'la arasında. Malum ne kadar güçlü sebebi varsa, çözülmesi de o kadar mümkün. Yersiz olan bir bağda ise lüzumsuz sadakât vardır ve hiç buna gelemem doğrusu...
Dışarıya çıktıklarında Çolak'ın daha iyi bir sebeple Yavuz'u bağlaması gerekirdi, evet. Ama bunu yapmayışının altında bambaşka bir sebep olduğunu öğrenmemiz çok da uzun sürmedi... Davet sırasında Bahar'la dans eden, kur yapan ve hatta öpmek mecburiyetinde kalan Yavuz'un tüm bu anları birer zorunluluk olarak gördüğünü açıkça ona söylemesini sevdim. Hatta öptüğünü hatırlamıyordu bile... Eğer Çolak, Bahar'la tehdit etse ya da onu kaçırtsaydı o uzun uzadıya trip sahnesini izleyemeyecektik yani. Bahar üzerinden, Yavuz'a bir vicdan muhasebesi yüklenemeyecekti... Tüm bunları bir kenara koyduğumda, ben neden orada kaldığını anlayamadım Yavuz'un. Altına son model bir Ferrari veren ordumuz, o gece kalabileceği bir pansiyon dahi ayarlamamış mı yani? Yoksa tüm mesele, sabah kalktığında Bahar'ın ona laf soktuğu bir not bıraktığını görmesini sağlamak mıydı? Ben, Bahar noktasında gerçekten işin içinden çıkamıyorum... Adamın nişanlısı günler önce ölmüş, aylar önce değil. Ve seninle geçen o diyaloğunun bir zorunluluktan olduğunu söylüyor. Hatta, hali harap görüyorsun. Sen de fark ettin ve bunu söyledin. Daha neden trip atıyorsun Pratisyen Hekim Bahar hanım?!. Yahu asıl gerçek olduğunu söyleme ihtimalinden rahatsız olmalıydı. "Yeni ölmüş nişanlısını hemen unutup bana meyleden, bir zaman sonra başkalarına da meyletmez mi?" diye düşünüp buna tutunmalıydı. Ama yok, Bahar kızımızı zorla öpmüş Yavuz; böyle bir şey olabilir mi ya?..
Kimyasal bombanın olduğu aracı, daha büyük bir zarara vesile olmasın diye çarparak durduran Yavuz'a bir şey olmayacaktır. Söz konusu bomba da zaten, üzerindeki zaman dolmasına rağmen patlamadı. Ayrıca kumandası varken, üzerinde bir de zaman neden vardı onu da anlamadım. Lâkin, adamın kumandayı yandaki koltuğa bırakması ve çarpmanın şiddetiyle, haliyle kumandanın görünmez bir yerlere savrulacağı gerçeği; tehlikenin sona erdiğini hissettiriyor. Timimiz hazır kimyager kadını da kurtarmışken, bundan sonrası Çolak'ın delicesine kudurmasını hazırladı yani. Ve bir de, bu kazada yaralanacak Yavuz'a hastanede tedavi gerekecek... Hmm... Aklımda şimdiden yüzlerce tilki dolanmaya başladı bile. 'Ben ona çok kızmıştım, çok bağırmıştım. Her şeyi zorunluluktan yaptım dediği için, trip atmış ve hatta çocukça laf sokmuştum. Yavuz'a bir şey olmasın! Ondan özür dilemem lazım. Haklıydı. Başından da ayrılamam!' yükleniyor gibi... Ameliyatlık bir durumu da olsa, Merve'nin ameliyatına girmiş pratisyen hekimimiz onun ameliyatına da girecektir elbette. Başından da bir an olsun ayrılmayacaktır. Hatta Yavuz kendine geldiğinde, ilk olarak karşısındaki koltukta onu beklerken iki büklüm sızıp kalmış Bahar'ı görecek ve içi eriyecektir. Unutmayın, sevgili Ethem Özışık 9. bölüm senaryo çalışma tahtasına kocaman harflerle, "AKILLI OLUN!" yazmış ve Instagram hikâyesinde paylaşmıştı. 7. bölümde olanlardan sonra, her şeye hazırlıklı olun derim...
Yavuz iyileştikten sonra da rica edeceğim, azıcık timiyle vakit geçirirken izleyelim. Gerçekten anlamıyorum bu timin neden komutanıyla vakit geçirmediğini. Neden Yavuz'un onları eğitmediğini, bir şeyler öğretmediğini. Biliyorsunuz, bu timin komutanı olarak eğitimlerinden de o mesul. Ama değil eğitim vermek, birkaç dakikalık çatışma sahneleri dışında yan yana dahi gelmiyor timiyle. Hatta bu bölüm yan yana geldiği her seferinde tek muhabbet konusu, Bahar ile öpüşmesi oldu. Adam hatta sonunda darlandı da, arkasına bakmadan uzaklaştı. E böyle olunca da bu tim, elleri arkadan bağlanıp rehin alındıklarında bir kurtulma plânı yap(a)mıyor. Oldukları ortamda gaz bombası patladığında da, kendilerini etkilerinden en az zararla kurtarmayı bil(e)miyor... Yani her şey Yavuz'da bitiyor ama Yavuz bir türlü timinin yanında bitmiyor. Bittiği her seferinde de konu ya Bahar oluyor ya da Bahar zaten olayların tam göbeğinde oluyor. Yavuz'un kaderi resmen Bahar ile çizilmiş gibi. Beşik kertmesi falansa bunlar söyleyin de, boşu boşuna yemeyelim kendimizi...
Askeri bir dizi olduğu için, aşktan yana değilim açık konuşmak gerekirse. Ana temanın, tam da vaat edildiği gibi askeri drama olması ve bundan şaşılmaması taraftarıyım. Ama şahsen, Nazlı ve Ateş aşkına kayıtsız kalamadığımı belirtmeliyim. İkilinin kimyası o kadar güzel tuttu ki, her sahneleri oldukça renkli ve o ağır dram yükünü hafifletmeyi gerçekten başarıyorlar. Bu bölümde de tam olarak #NazAt oldular diyebiliriz. Ateş'in çapkınlıkları ilişkilerinin çokça sınanmasına sebep olacak, hatta Nazlı'nın annesi de durmadan aralarına girecek belli ama bu tatlı çiftimizin varlığını sevdiğim gerçeğini değiştirmeyecek... Bir diğer çift; Eylem ve Fethi. Onlar için bir birliktelik mümkün mü, mümkün olsa da ne zaman mümkün bilinmez. Fethi cephesinde yeşeren bir şeyler var da, Eylem cephesi oldukça sakat. Zira senaryonun gidişatı da hep onların olası aşkları üzerine oynuyor. Yani, #EyFet için şimdiden 'çileli aşıklar' demek pek de yanlış olmaz... Bir aşk daha mı var? Ah evet, Feyzullah ile telefonda görüştüğü kız arasında olabilir bir şeyler aynen. Diğeri için aşk değil, dayatma demek daha doğru olur çünkü. Ama sağlam olmayan bir yere dayanan her şeyin, yerle yeksan olması da kaçınılmazdır; ne mutlu...
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder