İnsan kendisi olmak ister. Özgür olmak, hür yaşamak, kimsenin direktifiyle hareket etmemek... İnsan, kararlarını kendisi vermek ister. Doğru olduğuna inandığını yapmak, risk almak, kendini geliştirebilmek ister... Başkasının yönlendirmesiyle, hele de gösterdiği bozuk bir yolsa, varılacak doğru bir yer olamaz. Ama başkalarının canlarıyla kuşatılmışsa dört bir yanın, işte o zaman işin rengi değişiverir birden. Olmazlar olur, yapılmayacaklar yapılır. Hatta doğru yoldan şaşılır, karanlığa istemsizce yol alınır... Çolak'ın gözü dönmüşlüğü öyle boyutlarda ki, can sıkıntısı için bile karşısına insan dizdirip öldürebilir; o derece. Yavuz içinse bu namus meselesi olduğu için, onu kukla yapması hiç de zor olmadı. Bir sürü bedel ödedi dakikalar içinde. Ölen, hatta şehit olan nişanlısına dahi ihanet etti. Yetmedi, bir de karanlık tarafa geçti...
7. Bölüm -Bir rica: Lütfen yazının bundan sonrasını oyuncu/karakter ayrımını gözeterek okuyunuz.-
Hayatını insanların kötü zaman geçirmesine adayan Çolak için, hiçbir canın hükmü yok. Hepsi sadece kullanışlı birer piyon. İstediğin gibi kullanıyorsun, kimse de karışamıyor... Bu duruma dur demek de öyle kolay değil. Karakteri tam ele geçirdiler, istedikleri tüm bilgileri toplayacaklar noktasına gelmişken de, ellerinden ustaca bir planla kaçışını izledik... Hafız'ın karnına yerleştirilen bomba fikri zekiceydi. Karakterin zaten bu kadar kısa sürede ele geçirilmesi ya da ondan istenenin alınabilmesi mümkün değildi. Ama bu yolu daha sağlam taşlarla da döşeyebilirlerdi... Bahar, korkusuz ve cesur bir karakter olarak resmedilmeye çalışılıyor. Hadi tamam bunu deşmeyeceğim. Peki bu korkusuz karakter, sınır ötesi bir operasyona katılmayı isterken; eline bir bomba geçebileceği ihtimalini hiç mi düşünemiyor? Ne, onu bu kadar cesur kılıyor? Yoksa sadece cesur ama pratik zekadan mı yoksun?.. Tamam bir anlık şoku anlarım ama o bombayı elinde tutup saniyeler boyu seyretmenin mantığını anlayamam. Aşık alıp biraz daha uzağa atmasa, herhalde elinde patlayacaktı sonunda... Ve geçen hafta değindim, yine değinmem lazım. Bu tim nasıl şartlarda eğitilmiş ya da neler için eğitilmiş bilemiyorum ama nasıl Bahar daha az etkilenebiliyorken, onlar hâlâ komada gibi sızmış kalıyor? Hiç mi gaz bombası atılırsa oldukları ortama, kendilerini nasıl koruyacakları öğretilmedi? Terörist bile bunu biliyor, nefesini tutuyorken; onlar neden bir daha nefes alamayacaklarmış gibi ortamdaki tüm oksijeni ciğerlerine çekmeye çalıştı? Var mı bunun mantıklı bir açıklaması? Yok elbette... Maksat, Bahar kızımız bir kahramanlık daha yapsın...
Çolak sadist biliyoruz zaten. Ama hastalıklı bir sadist olmasının yanında, zaman merhumu hiç yok. Alelacele kaçayım kafasında da hiç değil. Öylesine güzel bir düzenek hazırlamış ki, aklını çıldırırsın. Yahu madem bu insanlar ölsün istiyorsun, hepsi zaten baygın sıksana kafalarına? Ne diye kendine oyun yaratıyorsun? Evet, maksadı o kapıyı açanın büyük bir vicdani sorumluluk altına girmesi ama 'zaman' dediğimiz şey de pek hızlı akıyor. Ellerinden kaçmak için böylesi bir fırsat yakalamışken, bu şekilde o fırsata çelme atmaya çalışılır mı bilemedim. Ne oldu? Zaman kaybettiğiyle kaldı, amacına ulaşamadı. Özel tim askerlerinin yığılıp kaldığı ve kendine gelemediği ortamda Bahar onlardan daha olaya hakim çıktı ve ameliyat çantasından aldığı neşterle ipi son salisede kesmeyi başardı. Bu sahneleri izlerken timimizin getirildiği durumu düşünerek gözlerimin hafifçe yaşarmaya başladığını söyleyebilirim. Vay be Bahar, pratisyen hekimsin ama hastanede Başhekimden daha afillisin. Bombalar patlıyor, en dirayetli sensin. Kıskanmaya başlayacağım böyle giderse, beni biri çimdiklesin!..
İstanbul defterinin açılması, "Anneler Günü" bahanesiyle iyi tasarlanmış. Ama aynı günün Bahar'ın soruşturmasına denk gelmesi, daha sonra Çolak'tan korumak zorunda kaldıkları kimyager kadının ise Bahar'ın annesiyle ortak dernek başkanlığı yapıyor çıkması büyük tesadüf gerçekten... Tabi davete gelmeye niyeti olmayan kızın, birden yardım toplayabileceği vaadiyle katılma kararı alması tamamen şans; o tesadüf olamaz. O öyle bir şans ki, sonunda Yavuz'la dudakları dahi birleşti. Çolak itekledi, Yavuz direnemedi ve acı son... Bu şüphesiz Ethem Özışık'ın fanlara verdiği bir ayardı. Yavuz'la Bahar'ın sürekli yan yana getirilmesinden şikayet eden ve darlayan fanlara kendince en güzel cevabı vermiş oldu. "Beni daraltmayın, ben de sizi böyle daraltırım" dedi. Ben ikna oldum şahsen, tabi bu şekilde bir yere varılamayacağını da belirtmek isterim. Derdimin sadece karakter olduğunun üstüne basa basa tekrar ediyor ve yineliyorum; Bahar çiğ bir karakter. Ve herhangi bir zorlama, sadece zorlama olarak kalmaya mahkûm. İnadın da varacağı bir yer yok yani... Bir de Bahar'ın kendini bu kadar kaptırmasını ne olursa olsun beklemiyordum. Hadi Yavuz bir şey yapıyor ve zorla yapıyor. Ama Bahar hafif içkili bile değilken, nasıl bu kadar dünden razı bilemedim. Hele de Merve meselesini en iyi bilen oyken. Tamam bizim oğlan ateş parçası, her kızın gönlü hemencecik kayar. Ama Merve meselesini bilende de azıcık izan varsa, kendini tutar...
Kimyager kadını Çolak'ın eline düşmesin diye korumaya giriştikleri sahneleri sevdim. Yalnız bu nasıl bir fon ki, son model bir Ferrari dahi işin içine dahil olabildi?.. Evet, güçlü vede büyük bir ordumuz var ama sonsuz bir fonu yok. Koruma görevi bu neticede ve haliyle normal şartlarda Ferrari'ye binmeden de, törene gelinebilirdi... Duruma böyle yaklaşmadığımda, enfes bir Tolga Sarıtaş sahnesi izlediğimizi yazmak zorundayım. Adam zaten klas ve beyaz smokin, üzerine de son model Ferrari içerisinde yıktı geçti...
Köşke dönersek eğer, Çolak sağlam bir tehdit etme enstrümanı bulmuş. Ölümü bu kadar kolay pazarlamak tam ona göre ve şaşırtmayan cinsten. Ne derse yapmak zorunda olan Yavuz'un ise kadını alıp dışarı çıktıktan sonra hâlâ bırakmaması ise kafa karıştırıcı. Mâlum, içerideki insanları öldürmekle tehdit etti Çolak. Başka bir şey duymadık. Bu durumda Yavuz'un inatla dışarıda da kadını rehin almaya devam etmesinin mantıklı tek bir açıklaması olabilir; o da bize gösterilmeyen bir anda Çolak'ın onu başka bir şeyle daha tehdit etmiş olma ihtimali... Hatırlarsanız Yavuz, Bahar'ı gönderdikten sonra Çolak direkt silahını çıkart dedi ve o an Ateş ve Mücahit sahneleri izledik peşi sıra. Mekana geri döndüğümüzdeyse, Yavuz silahını çoktan çıkarmış ve kadına doğru ilerlemeye başlamıştı. Sonrası mâlum. Muhtemelen Bahar'ı kaçırmakla tehdit etmiştir. Bu meselenin de altından Bahar çıkarsa hiç şaşırmam. Ve söyleyecek sözlerim de tükenir. Lâkin, Yavuz'un zaten köşkü herkes terk etmişken dışarıda kadını serbest bırakmamasının tek mantıklı izahatı bu olabilir gibi. Bakalım, haftaya anlayacağız; nedir, ne değildir...
Anneler Günü için özel çekilmiş sahneler çok duygusaldı, çok sevdim. Feyzullah'ın annesi gerçek görevini bilmediği için onu direkt annesinin yanına yollamak da oldukça şık hareketti. Ama ne yazık ki hasret gidermeleri çok uzun sürmedi. Çolak'ın kimyasal silahlar için mültecileri kullanma insafsızlığını izlemek zorunda kaldık hemen ardından. Bu adamın gözü dönmüşlüğü beni gerçekten deli ediyor, içlerine istediğini yerleştir; onu çıkarttıktan sonra da öldür ya da ölüme terk et. Hadi bu şerefsiz akli dengesini kaybetmiş, hiç mi çevresindeki kimse "Sen ne yapıyorsun birader?" demiyor arkadaş. Resmen bir kasa dolusu insan onun uğruna telef oldu. İkinci vahşeti timimiz son anda önledi ama onlar da şimdi büyük bir tehlikenin eşiğinde. Kurtulup kurtulamayacakları belli bile değil... Elbette kurtulacaklardır, bir sorun olmaz. Yalnız o insanlara yapılanlar hep akıllarının bir yerinde asılı kalsın. Asılı kalsın ki, Çolak'ı bir daha ellerine geçirdiklerinde ona yapacakları işkencelerden biri, açıkta buldukları her yerine aynından yerleştirmek olsun. Bu da ona ders olsun...
Beklenen Kral
Bence profesörün kızını rehine olarak aldılar bu olayın da Bahar'la ilgili çıkması artık çok abes durur. Ferrari kısmı bana da biraz abartı geldi ama Tolga balo sahnesinden muhteşemdi. Bahar'la kıyafet uyumlarını çok beğendim. Kırmızı ve beyaz ince ve hoş bir detaydı. Fakat öpüşme kısmının her ne olursa olsun hızlı ve yersiz olduğunu düşünüyorum.
YanıtlaSilBomba kısmında ise ben de ilk Bahar donup kaldığı için kızsam da kendimi onun yerine koyuyorum, ilk defa böyle bir şey başına geliyor, ellerinde bir bomba ve 1 dk az bir süre var, insan doğal olarak şok olur donup kalır -tabii benim gibi bu durumlarda pek soğukkanlı kalamayan insanlardansınız. Ama sahnenin ilerisinde kalkıpta Bahar'ın ipi kemesi saçma durmuş. Böyle bir durumda soğukkanlı kalamayan bir insan gaz bombası yeiyip ve o şoku atlattıktan sonra baygın vaziyette Çolak'ın amacını anlayıp, kalkıp o ipi kesmeyi başarması pek tutarı değil -ki bunun için eğitilen onca adam yerde sere serpe yatarken.
Anneler gününde Ateş'e çok üzüldüm lakin Nazlı'nın gelip ahiret suali gibi sorularıyla çocuğu sıkıştırması ve inatla Ateş'in üstü kapalı söylediklerini anlamayıp olayı daha da deşmesi beni baydı. Ayrıca Nazlı karakterinin de tam oturmadığını düşünüyorum. Şu anlık Ateş olayı topluyor ama ilerleyen bölümlerde karakter tam oturmazsa iyice göze batacak.
Bu bölüm beni en çok etkileyen Hafız ve Fatma'ydı. İkili dizide Eylem ve Fethi'den sonra en sevdiğim çift. Fatma'nın samimi pişmanlığı çok güzel yansıtılmıştı. Fatma'nın da Karabayır'a gelmesiyle kadınlar cephesi toplanmış oldu. Tek eksik Feyzo'nun bir türlü aramadığı kızımız. Onun da hemen geleceğini zannetmiyorum zaten.
Fethi'nin Eylem'e gelip özür dilemesi güzel bir hamleydi ve gerekliydi. Yaşadıklarından dolayı -daha ne yaşadığını tam olarak öğrenemesek de- kendini çoğu şeyden korumak için oluşturduğu duvarlar Eylem ile büyük bir darbe aldı. Eylem'in de bu bölüm acı bir deneyim atlattığını öğrendik. İkilinin yaşadığı acılar onları birbirine yakıştıran en büyük unsur olacak zannımca. Fethi'nin Eylem'in eski sevgilisini baloda görmesi olayları ilerleyen bölümlerde daha da kızdıracak. Yalnız adamın Çolak için mi çalıştığını pek anlayamadım. Öylesine baloda olamaz elbette eminim bir amaç için oradaydı ama olay Çolak'la mı yoksa başka bir şeyle mi bağlantılı merak içerisindeyim. Eylem'in inatla Çolak'la bağlantıya geçmeye çalışmasında eski sevgilisinin de payı olabilir. Yalnız Eylem'in Çolak'ta gördüğü fotoğrafları niye Fethi'ye söylemediğini de merak ediyorum. Emin olmadığı için söylememe ihtimali var zira biyolojik silah olayını öğrenmedi ama Çolak'ta o resimleri İstanbul'da turistik gezi yapacağı için tutmuyor sonuçta o bölgelerden birinde bir şey planlıyor yani Eylem'de bunu anlamayacak kadar saf değil.
Biyolojik silahları insanların içinde taşımaları Çolak'ın ne kadar gözünün dönmüş bir manyak olduğunu iyice gösterdi. Sadece üç kişinin insanları kurtarmaya gitmesi sanki biraz abartıydı. Hani en azından beş kişi falan gidin, ya orada daha kalabalık bir grup varsa. Zaten bu timin başına ne geliyorsa hep üç-dört kişi göreve gitmelerinden. Başka asker yok mu yani, alın yanınıza birkaç kişi daha.
Yavuz ve Fethi'nin aileleri arasında yaşadıkları gizemini hala koruyor ve ortaya çıkmasını en çok beklediğim şeyler. Fethi'nin varlıklı bir aileden geldiği anlaşılıyor. Önceden aşık olduğu kişi ve ailesinin arasında bir şeyler geçtiği için her şeye karşı soğuk duruyor olabilir. Aklıma bu konuda hep Türk filmi klişeleri geliyor umarım başka bir yoldan yürümeyi tercih eder senarist zira böylesine güzel bir dizide sıradan ve klişeleşmiş detaylar seyirciyi bayar. Yavuz'un annesi ise yakın bir tarihte ölmüş ve babası hakkında şu ana kadar bir bilgi verilmedi. Bir şekilde babasının annesinin ölümü ile bağlantılı olduğu kanısındayım.
Son olarak bu bölüm en sevdiğim kısımlardan biri Keşanlı ve annesinindi. İkili daha fazla bir araya gelmeliler. Bir de Mücahit'in Ateş'i çağırıp 'Anacım bak bu da senin evladın ha' demesi kısa ama beni çokça duygulandıran bir sahneydi. Mücahit zaten timin en sevdiğim elemanı. Çok duyarlı ve vefakar bir karakter. Her sahnesiyle gönlümde taht kurmayı başardı.
YanıtlaSilEline sağlık. :)
Sil