Ne güzel demiş MFÖ, "Nasıl anlatsam, nerden başlasam..." diye... Ambale olmuş vaziyette ekrana bakmaktayım çünkü tam da şuan. Beklenmedik vedalar yaşadık, bir de kısa bir ara haberi aldık mâlum... Adı Efsane'nin bölümü sonlandığında, kim gitti kim kaldı onu dahi anlamadım. Herkes vedalaştı, herkes uzaklaştı falan; dondum kaldım. Bölüm zaten beni intiharın eşiğine sürüklemişken, Model'in bir şarkısı çalmakta şimdi de kulaklarımda; "Bu ne biçim son böyle?" diye... Yazının devamında kendime gelebilirim umarım, hadi hayırlısı...
20. Bölüm
Kıvanç'ın gözü dönmüşlüğünü resmeden uyuşturucu iftirasının gölgesinde açıldı bölüm ve onun rüzgarıyla da son buldu. Bir insan daha ne kadar çiğleşebilir sorusunun cevabı kesinlikle Kıvanç ve azıcık bir utanç dahi duymamakta tüm yaptıklarından. Pişman olduğunu göremiyoruz hiçbir zaman. "Bu kadarı da biraz fazla olmadı mı?" diye kendini sorgulamaya başlasaydı zaten, en azından ardından bunca saçmalık izlememiş olurduk elinden. İnsanların hayatını karartmak bu kadar kolay mı? Bu kadar kolay mı, intikam alıyorum diye böylesine vahimleştirmek olayı? Ben geçtiğimiz bölüm yorumumda, kamera detayını tamamen aklımdan çıkarmıştım ama o detay da neredeyse hiçbir işe yaramayacaktı az kalsın. Tam Mercan kameradaki görüntüyü fark etti, abisine haber verdi o da gitti Hakan'a söyledi ve tayfanın geri kalanı için de kurtuluş hazırlandı derken; mekânda olan Kıvanç'ın pıtı pıtı arabayla Mercan'ın yolunu kestiğini gördük. GPS'mi takmıştın Mercan'a, Kıvanç? Bu nasıl bir eliyle koymuş gibi bulmak böyle?.. O kısım biraz kör göze parmak oldu, kusura bakılmasın. Sonrasında yaşananlar da karakterden iyice soğuttu...
Zengin şımarık çocuğu olarak hayatımıza giren Kıvanç, bir suç örgütü lideri edasına büründü. Herhalde bundan birkaç yıl sonra, bu işi resmiyete de bindirir. Hazır, babasının içeride olduğu sürece tüm kirli çamaşırları ortaya çıkmış ve malına mülküne de el konulmuş; bu gözü karalıkla Kıvanç için en ideal meslek o. Nasılsa o uyuşturucuyu koyanları azmettirmiş olduğu halde, gözaltına falan alan da yok. Şimdiden önü açık yani... Benim için hayâl kırıklıklarından birisi Kıvanç bu dizide. Ve parasız oldukları için "Çomar" dediği tayfalarımıza, parasız kalıp da benzediği için sevindim. Görsün bakalım şimdi gününü...
Bölümün yıldızı kesinlikle Mercan'dı. Tayfayı hem korumak hem de gerçeğin ortaya çıkması noktasında büyük bir mücadele verdi. Tabi son kertede o kaseti, kameranın içerisinden alabilseydi daha iyi olacaktı ama o kadarına da ses etmeyim bari... Hakan'ın Kıvanç'ı kovalamasının sonucu elbette iyi bir yere varamayacaktı. Beklentim yoktu, kamerayı alsa bile kasete erişebileceğinden. Lâkin aklım, evdeki bilgisayarda olduğu için de kafam rahattı açıkçası. Her ne kadar Mercan, "Kaydedilmemiş" dese de elbette kayıtlı çıkacaktı... Hakan, Kıvanç'ın bir yerde kendisi yüzünden dizginleyemediği intikam duygusunun sorumluluğunu üstlendiğinden, olayı çözüme ulaştıranın o olması ise oldukça değerliydi. Kısa bir zaman önce "Uyuşturucu benimdi" diyerek, onları dışarı çıkartmak için saçmalamasına o sebeple çok bir şey demeyeceğim. Sonuca bakalım. Hasan, aldığı gibi çıkarttı nezaretten. Keşke bir güzel de dövseydi, şahsen hak etmedi diyemem...
Final maçının önemi karakterlerimiz için oldukça büyük. Zira tamamen geleceklerini şekillendirecek bir köşe taşı olacaktı. O maça çıkamamaları, hayatlarının oldukları yerden bir adım ötesini görememeleri demekti. Hakan'ın son anda görüntüyü getirmesi, Hasan'ın büyük bir mücadeleyle tayfayı hemen nezaretten çıkartması ve maçın yapılacağı yere yetiştirmesi derken; Tarık'ın da varlığıyla final maçını bir sayı farkla kazanmış oldular. Bundan sonra hayatını nasıl etki edeceğini de verilen aranın ardından göreceğiz...
Dizi, pek de ses etmeden tatile girdi. Kısa bir ara aslında, temmuzda geri dönecekler. Lâkin, onca ayrılığın ardından iyi bir senaryo çalışmasının gerektiği aşikar. Bahar, Hatay'a gitti. Tarık'a profesyonel bir takımdan teklif geldi ve Melis ile Zeynep'i de alıp Antalya'ya gitti. Seçil, İstanbul'da kaldı ama hikâyesi bitti. Keza Hasan'ın da... Sabah Fikret ile Çiler bu son olanlardan sonra bir aşkın içerisine düşer herhalde diye beklerken, bölüm sonra erdiğinde ortada HakMel diye bir şey kalmamış oldu. Bu vedalarda bana en çok koyan da, Hakan ve Melis aşkının böyle apansız bitmesiydi. Şimdiye kadar hiçbir dizi çiftini böyle kaybettiğimizi hatırlamıyorum. Böylesi bir kopuşu da tarif edecek bir kelime yok şuan için kelime haznemde... Üzüldüm, özellikle de Hakan'a. Bakalım şimdi Fikret, Sadık, Ali, Sibel ve Mercan, geri döndüğünde dizi hangi maceralara atılacaklar...
Diziyle yollarını ayıran Erdal Beşikçioğlu, Gökçe Bahadır, Rojda Demirer, Almila Ada, Leya Kırşan ve Reha Özcan'a emekleri için sonsuz teşekkürler. Yönetmen Devrim Yalçın da veda etti, onun da emeğine teşekkürler. Senaristlerimiz dizi yeniden döndüğünde hâlâ yazıyor olacak mı şu durumda haliyle net olmadığından, başta Tunus Taşçı olmak üzere tüm ekibine de emekleri için teşekkürler. Ayrıca D Yapım Genel Müdürlüğü'nden istifa eden, dizinin mimarı Müge Turalı Pak'a da sonsuz teşekkürler. Ne çok teşekkür oldu değil mi üst üste? Aslında yazı da hiç böyle olmayacaktı. Bölümün trajik boyutları sebebiyle, giydirmekten fırsat bulamam sanıyordum başka bir şeye. Ama neye niyet, neye kısmet işte... İyi tatiller Adı Efsane, geri döner misin cidden temmuz ayında bilemiyorum ama eğer dönersen, bunca ayrılığa rağmen devam ettiğine değsin rica edeceğim...
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder