Beni bilen bilir, ters köşeleri ve beraberinde gelen uzun uzadıya flashbackleri sevmiyorum. Çünkü, "Vay be!" dediğimiz o kadar az oluyor ki; haliyle izlerken afakanlar basıyor. Ama arkadaş bu nasıl bir ters köşedir? Bu nasıl bir tezgahtır? Bu nasıl, güvendiği dağları atom bombasıyla yerle bir etmektir?.. Nuran Evren Şit hanımefendi, bir ara çok ağır yazılar yazmış olabilirim. Ama açık konuşalım, hak etmemiş de sayılmazsınız. Ama efendim, önünüzde saygıyla eğiliyorum şimdi. Sizin nezdinizde tüm senarist ekibinizin aklına, fikrine, kalemine sağlık. Ve Halit Ergenç, bence insan olamazsınız. Çünkü bir insan için bu kadar büyük yetenek, meziyet çok fazla. Helâl olsun, efenim; helâl olsun... Vasili, sana üzülmedim küçük enişte. Bu ters köşeyi hiçbir şey için hak etmemiş olsan bile, o köyü yakıp yıktırdığın onca insanı katlettirdiğin için hak ettin. Beter ol!..
30. Bölüm
Cevdet'in gerçeği ortaya çıktığında bir devir resmen kapanmış oldu aslında. Bundan sonra dizinin nasıl ilerleyeceğini, Cevdet'in tekrardan Osmanlı askeri mi olacağını falan hesap ederken; durum bir anda öyle bir noktaya geldi ki, kelimelerle anlatmam mümkün değil. Kölesi olduğu Yunanların, şimdi Yunan Orduları Komutanı olacak neredeyse Cevdet. Muhtemelen Vasilini'nin görevi onun olur yani. Ve bir yerden sonra neredeyse, "Hadi sıkıldım sizden, dönün memleketinize" emri bile verebilir. Koca Yunan Orduları Komutanı yahu, kim hayır diyebilir?.. Vasili, Cevdet'e güveniyordu ama koşulsuz bir şekilde biat ettiğini söylemek de yanlış olur. Lâkin, bu golden sonra ben olsam en ufak hak vermem için dahi kendimi duvardan duvara çalardım küçük enişte. Bence sen de, şimdi nezarette geçireceğin sürede bunu yap. Kendi kendine yok ol, bizi uğraştırma...
Cevdet zeki bir karakter mâlum. Geçen haftaki yazımda da yinelemiştim, attığı bir adımdan sonraki on adımı hesaplayan birisi için Vasili'nin oyununu anlamaması büyük garabetti. Uzunca zamandır sana hiçbir bilgi aktarmayan, hatta tüm önemli toplantılardan mümkün mertebe uzaklaştırmaya çalışan adamın; hele de hakkında Eşref paşanın tüm yetkilerini sana devrettiğine dair bir pusula eline geçmişken, nasıl olur da birden o koordinatları vereceğini düşünürsün ki? Bu biraz bile bile ladesti ve Cevdet'e yakıştıramamıştım. Sanırım orada da Azize'yle artık barışması ve şehvet ile şuh içinde olması etkili oldu. Adamı aklayayim derken, "azmıştı sanırım" demek de ne kadar güzel oldu tabi bilemedim...
O an kandırılan olduğu için, ta ki Yakub'u boğazladığı ana kadar zerre bir oyun içerisinde olduğunu düşünmedim. Ailesini kurtarmak için gözünü karartmış, Vasili'ye ne isterse verecek birisi var gibiydi karşımızda. Bunda etkili olan bir diğer şeyse, gittiği Türk karargâhındaki tavrıydı elbette. Lâkin ne zaman ki Yakub'u boğazladığını gördük işte o an, "Ne oluyor yahu?" oldum. Ama bu kadar ince elenip, sık dokunmuş bir plân da beklemiyordum. Vasili, Cevdet'in yazdığı mirası okuduğunda bir eşekten düşmüşe dönmüştü zaten. Ardından Dimitri'de olan lekeyi duyduğunda, o düştüğü eşek tepmiş gibi oldu. Gitti, Ali Kemal'in göğsündeki izi gördü bir eşek sürüsü üstünden geçmiş haldeydi derken; Cevdet'in ince eleyip sık dokuduğu Ali Kemal'i kaçırma plânı sonrası, bir haine dönüştüğünde ne halde olduğuna ben bir yakıştırma dahi yapamıyorum şuan... O köyün harabe hale getirildiğini, onlarca insanın katledildiğini gördüğünde bunun sorumlusunun burnundan fitil fitil getireceğine yemin etmişti Cevdet. Ve ilk adımını attı. Ustaca bir plânla Yunan Orduları Komutanı Vasili'yi, bir hain yaptı. Ailesinin canıyla Cevdet'i sınarken, şimdi kendi canıyla sınanacak. Bakalım, gelecek hafta neler olacak. Cevdet daha neler edecek...
Tevfik'i öldürmek arzusuyla gittiği nezarette ailesini gördüğü anda düştüğü boşluk hissini herhalde hiçbir şekilde tarif edemez, Cevdet. O boşluk ki, bir adım sonrası her şeyin ortaya çıktığını, ardından da bunun faturasını ailesinin ödeyeceğini öğrendi... Ama o ne kadar çaresizse, en az onun kadar Azize de çaresizdi. O da en az Cevdet kadar gün yüzü görmedi. O da en az Cevdet kadar yıprandı ve sınandı. Çenesini tutamaması sebep oldu aslında tüm bunlar ama son kertede, her şeyi bilip de çenesini tuttuğu halde sınanmaktan kaçamadı. Hem de evlatlarıyla, annesi yerine koyduğu kayınvalidesiyle ve hatta Cevdet'le. Yani bir yerde acıları da, ızdırapları da, çektikleri çileler de eşit Azize ile Cevdet'in. İkisinin yaşadıklarını karşılaştırmak abesle iştigal olur ancak, duygu olarak hiç de farklı değil. Ondan sebep, bu bölüm haline ne kadar üzülebilirsem o kadar üzüldüm. Çocuklarına hiçbir şey söyleyemiyor. Düşman belledikleri babalarının aslında Kuvvacıların komutanı olduğunu haykıramıyor. Söylese olmaz, söylemediğinde de içinde volkanlar patlıyor. Bergüzar Korel de o çaresizliği, o boşluk hissini ve özellikle de içinde patlayan birikmişleri o kadar güzel yansıttı ki; bir kez daha hayran oldum kendisine. Cevdet'in her şeyi toparladığını gördüğünde, gözlerinde açacak güneşi hayâl ediyorum da; sonrasında ne olur bilmem ama kısa da olsa o mutlu anı hak etti...
Serseri, deli dolu, pervasız, hayatı sallamayan bir karakter olarak girdi hayatımıza Ali Kemal. İlk bölüm o da, biz de öğrenmiştik üvey olduğunu ve ne zaman ki Vasili ile hikâyesi eşlik etti, o zamandan beri biliyoruz Dimitri olduğunu. O, bundan habersiz tüm bu olumsuz özelliklerini düzeltti. Üzerine bir de sıkı bir Kuvvacı oldu. Yetmedi, ölümle iki kez de burun buruna geldi. Ve nasıl ilk ölüme ramak kala anının sonrasında üvey babası Cevdet'in aslında yaşadığını ve artık bir Yunan komutanı olduğunu öğrendiyse; şimdi de yine ölüme çok az kala öz babasının Yunan Orduları Komutanı Vasili olduğunu öğrendi. Bu ani şokları hep ölüme ramak kala yaşaması da ayrı işkence. Kubilay Aka olabilecek en duru şekilde yansıttı acısını. Gürlemedi, haykırmadı. Bağırması o kadar dozundaydı ki, etkileyen de o oldu aslında. Henüz ilk oyunculuk deneyimi ve aradan geçen zamanda kendini nasıl da geliştirdiğini görmek mutluluk verici... Ayrıca bir de Senan Kara, o kadar naif ve kırılgan üzülüyor ya da mutlu oluyor ki, insanın gidip de sıkı sıkı sarılası geliyor. Başlarda pek sevememiştim Veronika'yı ama şimdi hayranlıkla izliyorum tüm sahnelerini. Dimitri'nin yaşadığından emin oldu, yetmedi kim olduğunu da öğrendi. Ondan mutlusu yok. Bakalım, Ali Kemal'le aralarındaki bağ nasıl kurulacak; daha doğrusu kurulabilecek mi? Ali Kemal'in nasıl hareket edeceğini çokça merak etmekteyim...
Veronika'yı son dönemde sevmelerimin esas nedenlerinden biri de, inkar edemeyeceğim Leon ile Hilal aşkına şartsız destek vermesi. Hani oğlunun başına onca şey geldi ve bunun şüphesiz tek sorumlusu da Hilal. Kadın yine de gitti, kucak dolusu sarıldı. Oğlunun gözünden, ona hayran hayran baktı ve karşısında oğlu varmış gibi onunla hasret giderdi. Şimdiyse, sonuna kadar arkasında yine bu ilişkinin. Leon'un başına ne gelmiş olursa olsun, yüzü yara bere içindeyken bile... E şimdi sevmeyeyim de ne yapayım ben bu kadını söyleyin?.. O destek veriyor ayrı, Leon da aşkına öyle güzel sahip çıkıyor ki ciddi ciddi hayran olunası. Hilal için yapmadığı kalmadı, vatan haini dahi oldu. Ve yine Hilal için, tekrar Yunan üniforması giydi. Bu nasıl bir aşk ki uğruna terk ettiği şeyi, yine onun uğruna yeniden kuşandı... Hilal onu karşısında gördüğünde belki hafiften yüzü düşmüş olabilir ama en doğrusu buydu Leon için. Zira kaçarak, saklanarak hiçbir yere varamazdı. Ayrıca, karakterin kullanılabilirdiği de haliyle azalmıştı. Kuvvacılara kendini kabul ettirememesi de zaten başka bir sorundu. Yeniden Yunan üniforması altına girmesinden mutluyum bu sebeple. Bir Kuvvacı olur mu bu saatten sonra bilemiyorum ama "Neden tıpkı Cevdet gibi olmasın ki?" demekten de alamıyorum kendimi. Bakalım zaman ne gösterecek ve o zaman, Hilal'le aşkına nasıl etki edecek.
Mâlum, artık saklama gizleme ihtiyacı dahi duymuyor bu aşkı. Göğsünü gere gerek sahip çıkıyor, Azize'ye dahi böyle olması efsaneydi. "Hilal olduğu sürece merhametimi kaybedeceğimi sanmıyorum" -Belirtmeden geçmeyeyim, burada "Hilal olduğu sürece" kısmına takılanlar olduğunu gördüm. Şahsen ben takılmıyorum. Orada Leon'un aşkını hissettirmek istemiş bence senaristlerimiz. Bir felaket paranoyasına kapılmayalım hemen- cümlesinin içerisinde o kadar çok his, o kadar çok mana var ki; Azize de desteklemese bu aşkı ses etmeden durmazdı herhalde. Ayrıca götürülüş şekillerini desteklemesem de, tüm karakterlerin ayrı nezaretlere koyulması güzeldi. Hilal ile Leon'un, küçük buluşmasına vesile olduğu için özellikle de. O kısacık anda, yine eskisi gibi bizi kendilerine hayran bıraktılar. O kısacık anda, eskisi gibi etrafı kalpler kapladı ve ardını bekleyen onca dram varken, o sahne bildiğin zamandan kopmuş, başka bir diyardalarmış hissini aşıladı. Onlarda en çok sevdiğim şey de bu zaten. İlk zamandan beri, gelen şey aynı zamanda. Son birkaç bölümdür ortadan kaybolmuştu ama yan yana geldiklerinde zaman duruyor sanki. Gerçekten sihirli bir aşk onların ki...
Ve Tevfik... Artık bir unvanı olmadığı için, sadece ismini zikredeceğim. Bence artık pişman olmalı yaptıklarından. Londra'ya kapağı atmanın da başka yollarını aramalı. Hamilton'a uyup, yok Mustafa Kemal'i öldürmekmiş falan; biz şimdiden spoiler verelim ona, başarılı olamayacak. Hiç bulaşmasın. Karakter tamam, yeterince şerefsiz ama o kadar da şerefsiz olmasın. Tabi bu Mustafa Kemal mevzusunun açılmasının, öldürülmesinden bahsedilmesinin bende doğurduğu umut; acaba kendisini mi göreceğiz oldu... Onu en iyi giyebilecek isim, Halit Ergenç iken başka kim düşünülebilir yerine bilemiyorum ama sezon finali olacaksa eğer haftaya; bunu çok isterim. Ve tabi bir de, Tevfik'in ona bir şey yapamayacağını anladığında önüne diz çöküp af dilemesini de isterim. Eminim kolundan tutar ve ayağa kaldırır. Ne olursa olsun önünde diz çökmesine izin vermez ve en içten gülümsemesiyle karşılar. Çünkü o öyle bir komutandı. Çünkü o eşsiz ve mükemmeldi. Belki Tevfik de azıcık ar eder, insana dönerdi...
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder