İnsan her durumda güçlü kalabilmeli. Her durumda, arkasını yaslayacak kimse olmasa dahi dik durabilmeli. Her şeyin çözümü ondan sonrasına tekabül eder. İpleri elinden bıraktığın an düşmanlarına güç, çöküşüne fırsat verirsin çünkü. Hele de haklıyken geri çekildiğinde ve pes etmeye meylettiğinde, zaten kaybetmeyi kabullenmişsin demektir... İçerisinde kopan fırtınaları kendine saklamalı yani, insan. Saklamalı ki, azim ve kararlılığıyla başka bir fırtına yaratıp sonunda istediği noktaya savrulsun; zaferini ilan etsin... Eylül gibi mesela. İçerisinde ne fırtınalar kopmuş ama gık demiyor. Canı nasıl yanmış, belki de hâlâ yanıyor ama o sıcak yaz gününde buz gibi bir havuzda ferahlıyor gibi takılıyor. Bu halini gören herkesi de istemsiz etkiliyor. Çekemeyenleri de eksik olmuyor...
2. Bölüm
Ekranlarda güçlü kadın karakterler görmeye alışkın değiliz. Genelde kırılgan, narin, hep bir işin ehline; yani erkeğe ihtiyaç duymaktalar. Bunun tam tersi bir Eylül izlediğimiz için oldukça mutluyum ve diziye bağlanmamdaki en önemli etkenlerden birisi de bu. Uzlaşıya açık ama gerekirse ağzının üzerine tekme indirmeye de alışık. Sevimli lâkin, damarına basarsan bir şeytana dönüşmesi uzun sürmüyor. Etrafında hep bir duvar varmış gibi, o duvarı aşmaksa sadece sevgi ve iyi niyetle mümkün. Eşiği geçebilenler için de içerisi ışıl ışıl. Beni bu denli etkileyen bir başka kadın karakter de, Poyraz Karayel'in Ayşegül'ü olmuştu. Birkaç tane daha güçlü kadın karakter sayabilirim aslında ama bu kıstaslarda hafızamı yokladığımda gözümün önüne direkt Ayşegül gelmekte. O da doktordu ve tanışsalar muhtemelen Eylül'le çok iyi anlaşırlardı. Zira kalplerinin yapısı da aynı. Merhametleri de, dışarıya belli etmemeye çalıştıkları sevgileri de... Aman yanlış anlaşılmasın, karakter Ayşegül'den kopya çekilmiş demek istemiyorum. Zaten bu bir Kore dizisinden uyarlama biliyorsunuz. Kastettiğim, ekrandaki güçlü kadın karakterin nasıl da iliklerimize işlediği. Ayşegül gibi, Eylül'ü de çokça benimseyeceğiz yani. Hatta şimdiden, içimizi alev alev yakmaya başladı bile...
Babaannesinin ölümünden sorumlu doktorun sahiplerinden olduğu bir hastanede, istediği gibi rahat hareket edemez elbette. Ama o bunu göze alarak geldi. Babaannesinin başına geleni ortaya çıkartmak ve suçlusunun başını yakmak için deyim yerindeyse ant içmiş vaziyette. Bu uğurda gemileri yakmaya hazır olduğu da her halinden belli. Karşısına çıkan herkesi ezip geçme potansiyeli de doruklarda... Yani Bahar ne yaparsa yapsın, belki küçük ve kısa süreli zaferler dışında Eylül'ü alt edemeyeceği ortada. Ali Asaf yüzünden ya da tamamen kıskançlığından, Eylül'ü aşağı çekmek istediği her seferinde en tepeye ittiğini izleyeceğiz kesinlikle. Geçen haftaki ilk bakış yazımda da dediğim gibi; Eylül, bir şeylere kamçılanarak hareket etmeyi daha çok seviyor ve hastane sınırları içerisinde hem Bahar hem de gerizekalı babası Sinan bu kıstaslara uyuyor. Şükür ki yalnız da değil. Mâlum bazı durumlarda, hele de sahiplik durumlarında sadece atarla giderle elde edilebilecek şey ancak itibar olur. Hastane sınırları içerisinde kalabilmesi ve Sinan'dan babaannesinin ölümünün öcünü alabilmesi için, istesin ya da istemesin başkalarının yardımına ihtiyacı var. Ali Asaf ve Selim de bu noktada devreye girecektir. Eylül'ü kimseye yem etmeyeceklerini tahmin etmekse güç değil...
Ali Asaf'ın hâlâ bir ara doktorluğu neden bıraktığını öğrenemedik ancak, doktorluğa geri dönmesi güzel. Tabi ona göre kalıp kalmayacağı belli değil lâkin Eylül söz konusu olduğunda hiçbir yere gidemeyeceği de ortada. Eylül'ün, onun gitmesini istemeyeceği de... Belki bunu kısa vadede ima dahi etmeyecek ama bir yerden sonra kendine daha fazla mukayyet olamayacaktır. O sürece kadar bu aşk için Ali Asaf'ın yapması gerekense, rakiplerini elemek ve Bahar'ı kendinden uzak tutmak. Oğuz da fena bir rakip olmayacak gibi aslında ancak en tehlikelisi şüphesiz ki, Bahar... Geçmişte olduğu gibi şimdi de, her güzel şeyin kendisine ait olması gerektiğini düşünmekte. Bunun için de yapmayacağı çirkinlik yok. Babasının ondan taraf adımlar atmasıysa şansına. Ellerini kollarını bağlayan argümanların olması ise işin en güzel tarafı... Ali Asaf'ın bir de hastane için bolca mücadele etmesi gerekecek. Sinan ve babasının hastaneye konma niyetlerini kısa vadede çözmesi yerinde olur yani. Hem Eylül'ü kazanma hem de hastaneyi kaybetmeme mücadelesi derken; Ali Asaf'ı her an diken üstünde göreceğimizse kesin.
Hastane tarafının oldukça renkli olduğunu düşünüyorum. Amerikan dizilerinde de favorim hep hastane dramalarıdır ve Grey's Anatomy, Code Black ile Chicago Med'in yokluğunda Kalp Atışı derdime derman olacağını hissettirdi. Elbette takılacak detay az değil ancak, ikinci bölümde de görmezden geleceğim. Üçüncü de, elime kağıdı kalemi alıp not almayı düşündüğümü de belirteyim... Hastanedeki rekabet ortamı tam kararında, ameliyatlardaki gerçeklik hissi de başarılı. Tabi Bahar gibi birini, babası sahiplerinden de olsa nasıl hastanede tutabildiklerine şaşırdım. Kız resmen kriz anında, daha büyük krizler yaratmaktan başka bir işe yaramıyor. İşini layıkıyla yapana diş bileyip, iftira atmayı da elzem sayıyor. Ona göre Eylül'ün iki amacı var; birincisi ona zarar vermek, ikincisi de Ali Asaf'ı ele geçirmek. Ama aslında bu amaçlar kendisine ait. Hatta doktor olma kararının altında bile tamamen Ali Asaf'la birlikte olmak arzusu yattığı açık. İşinin işte tam da bundan hiçbir zaman ehli olamayacak. Dört yıllık asistanlık bilgisi ile Samet'in bile ondan daha iyi doktor olduğuna eminim. Hatta ilk yılı olmasına karşın, Alp ondan daha soğukkanlıydı vücuduna demir saplanan o hasta karşısında. Bu ara doktor olan Baharlardan ne çok çekiyoruz yahu...
Oğuz'da da biraz, Bahar kibri yok değil. Ama ilerleyen bölümlerde daha sempatik yazılacağı kesin. Hele de Eylül'e aşık olduğunu anladıktan sonra... Onunla girdiği rekabet, birden onu kendine aşık etme mücadelesine dönecektir. Hani şansı pek yok ama Ali Asaf karşısında dişli bir rakip olduğu da söylenebilir... Selim'e tanıtımlarda gıcık olmuştum, mâlum Ali Asaf'a, "Eylül'den uzak dur!" diyordu. Ama bölüm içerisinde karakteri de, duruşuna da sevdim. Eylül'e yaklaşımında tanıtımdan farklı olarak aşık olduğu değil de, korumak istiyormuş izlenimi aldım. Öyle almak istemiş de olabilirim tabi, şimdilik durum pozitif onunla alakâlı... Samet'i biraz önce Bahar'ı gömmek uğruna övmüş olabilirim yukarıda ancak, onun da sarsak yanından kurtulması şart. Bu onu sempatik yapmıyor mu, yapıyor. Ama şimdi Bahar'a karşı övdüm, yüzümü kara çıkartmaması lazım. Her hafta, "Samet bile daha iyi be!" diye gömmek istiyorum çünkü onu... Alp ise şahane!.. Açık ara hastanede en sevdiğim karakter oldu. Eylül'e klâsik, o da aşık oldu gibi ama kısa sürede bu sevdadan vazgeçecektir. Oyuncunun tatlı bir performans çıkartmasından ziyade, karakter sırf böyle sempatiklik fışkırsın her yanından diye yazılmış. Orijinalindeki oyuncu nasıl bir iş çıkarttı bilemiyorum ama bizim Alp, gerçekten on numara olmuş... Hastane tarafında eksiklik olarak gördüğüm en önemli şeyse, hikâyeye etki edecek hemşir ya da hemşire karakterler olmayışı. O eksiklik de giderilir umarım birkaç bölüme...
Ali Asaf'ın babasının hastaneyi bir ticarethane olarak görmeyişi ve bunu televizyon camının dışına da mesaj vermek istercesine vurgulayışı, benim için bölümün en güzel sahnesiydi... Her ne kadar çok etkilenmiş olsam da, boks sahnesine ise biraz takıldım. Mâlum bir cerrahın koruması en gerekli yeri elleri. Boks eldiveni dahi giymeden, Eylül'ün ringe çıkması biraz bu bakış açısına ters geldi... Onun dışında küçük hataları bu bölümde de görmezden geliyorum, yukarıda dediğim gibi. Zaten o kadar keyifli bir bölümdü ki, bunlarla da bitirmek istemem açıkçası. Umarım bu çizgisini hiç bozmadan devam eder ve hak ettiği reytingleri de bu sefer kucaklar. Daha sonra biz Ali Asaf, Eylül'ü kucaklasın da kaçırsın temennilerine geçeriz nasılsa. Şimdi asıl önemli olan Kalp Atışı'nı güvenli bir limana demirlemek çünkü. Gerisi her türlü gelir...
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder