Kalp Atışı: İlk Bakış - Beklenen Kral

1 Temmuz 2017 Cumartesi

Kalp Atışı: İlk Bakış


İnsanın geleceğini belirlemek için sadece düşlemesi hiçbir zaman yeterli gelmez. Onun için çaba sarf etmesi, yeri geldiğinde de birçok şeyden fedakârlık yapması gerekir. Tüm bunları yaptığı halde düşlediğine yine de ulaşamayabilir. Önemli olan, biraz da nasıl kamçılandığındır aslında. Nasıl bir arzuyla dolduğun ve nasıl bir sevgiyi yol edindiğin. Düşlediğini ne uğruna ve kim için taçlandırdığın biraz da... İnsan, kendisi için değil ama sevdikleri için her şeyi yapabilir. Sevmek, her derde deva olabilir. Tüm dünyan, görüşün ve hayata bakışın anında değişebilir... Eylül'de de öyle oldu. Kendinden de hayattan da vazgeçmişken babaannesi için her şeye yeniden tutundu. Ardından yaşananlarsa hem büyük bir aşkı hem de ciddi bir kariyeri doğurdu. Kalp Atışı da işte tam böyle, hayat buldu...

Kemik kadro ve teknik ekip

Dizinin kemik kadrosu, Gökhan Alkan (Ali Asaf), Öykü Karayel (Eylül), Ege Kökenli (Bahar), Ali Burak Ceylan (Oğuz), Hakan Genç (Sinan), Fatih Dönmez (Selim), Barış Aytaç (Fatih), Başar Doğusoy (Samet), Selahattin Paşalı (Alp), Burcu Türünz (Esma) ve Ceylan Ceylan'dan (Yasemin) oluşmakta. MF Yapım'ın 2016 Kore yapımı Doctors'tan uyarladığı Kalp Atışı'nın yönetmen koltuğunda Yusuf Pirhasan otururken, senaryosunu Makbule Kosif, Eda Tezcan, Gülsev Karagöz, Zafer Özer Çetinel ve Melis Veziroğlu Yılmaz kaleme almakta. Müzikler ise Jingle TV'ye emanet... 

Hikâyeye ve karakterlere bakış




Yazının bundan sonrasını dizinin orijinalini bir bölüm dahi izlememiş olduğumu bilerek okumanızı rica edeceğim...

Bazen yaşamak da hayata tutunmak da gerçekten çok zor olabiliyor. Yaşadıkların öyle bir hâl alıyor ki, tüm duygularının önüne geçiyor ve nefes almak dahi istemediğin oluyor. Hayat bu, insanoğlunu hep bir şekilde sınıyor. O sınavı nasıl geçtiğinse, geleceğini belirliyor... Eylül'ün durumu da biraz böyle. Hatta biraz değil, tamamen böyle. Annesi ölmüş, babası iğrenç bir adamın teki. Analığı desen, suratına tükürsen tükürüğüne acırsın; öylesine irrite edici. E haliyle, bir çıkmazın içerisine düşmüş olması hiç de şaşırtıcı değil karakterin. Ve her şeyden daha gencecik yaşında vazgeçmesi de... Yazının başında da dedim ya, bir şeyin illaki kamçılaması gerekiyor böyle durumlarda. İşte o zaman her şeyin yön değişmesi daha kolay oluyor. Tam pes etmişken, hayata sıkı sıkı tutunması da... Eylül'e yaşadığı psikolojik sorunlar nezdinde hak verebiliyorum. Ama asiliğini, bir yerde denyoluk olarak adlandırabileceğimiz kaba davranışlarını desteklediğimi de söyleyemem. Ne olursa olsun insanın büyüğüne, hele de geleceğini karartacak birisiyse daha toleranslı olması gerektiğine inanıyorum. Hakeza babaannesine bile diklenebilen bir karakter olmuş, az biraz olmamış geldi o anlarda gözüme. Tabi kalbinin penceresi aralandığında işin rengi değişti. İçi pırıl pırıl bir çiçek bahçesiyken, etrafına ördüğü büyük duvarları aşması zordu. Aştığındaysa her şey bambaşka oldu. Elbette tökezlemesi de uzun sürmedi. Ama sonuca bakalım değil mi?..


Ali Asaf'ı karakter olarak çok sevdim. Tabi doktorluğu bırakacak kadar ne yaşadı da, bir lisede rehber öğretmenlik yapmaya karar verdi o kısmı biraz açık kaldı. Annesiyle ilgili bir şey sanırım. Zira, konusu açıldığında kendini suçlar bir hale büründüğü gözümden kaçmadı. Nedir, ne değildir bilemiyorum. Bildiğim bir şey var ki, o da ilk bakışta öğrencisine aşık olmasını kafamda olduramadım. En aşağı aralarında 7-8 yaş varken hem de. Bu sürecin gelişimi ise oldukça usturuplu olmuş bana sorarsanız. Her ne kadar Ali Asaf diretse de, en azından Eylül'ün teslim olmaması güzeldi. Elbette ben tam tersini bekler ve isterdim ama Kore'de bu işlerin nasıl yürüdüğünden de habersizim. Bu aks dışında, ikilinin sahneleri gerçekten tatmin ediciydi. Öğretmen-öğrenci ilişkisi ölçütünde de izlenesiydi. Ben Eylül'ün lise döneminin anlatılacağı zaman diliminde çokça sıkılacağım hissi almıştım tanıtımlardan açıkçası lâkin öyle olmadı. Su gibi aktı, sıkılmadan eşlik ettim bölüme. Eylül'le Ali Asaf'ın ayrılışı ve yeniden bir araya gelişi ise güzel tasarlanmıştı. Bir motosikletin üstünde arkasına bakmaksızın veda ettiği o adam, bir helikopterle hiç ummadığı bir anda karşısına çıktı ve o andan itibaren hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı ortadaydı...

Sonuç


Hayatta ama en çok da dizilerde hiçbir aşk güllük gülistanlık ilerlemez. Hep bir engel ya da sorun çıkar. Birbirine ne kadar tutkun olsan da, bir şekilde işler değişiverir. Eylül ile Ali Asaf arasında bu sorunu temsil eden kişiyse şüphesiz ki Bahar. Öğretmenine aşık. Hatta karşısına geçip, aşık olduğunu ve onunla evlenmek istediğini söyleyebilecek kadar da cesur. O cesareti biraz da öğretmeninden alıyor ya, orası da ayrı mesele. Bu durumda Ali Asaf'ı sahiplenmesinden daha doğal bir şey olamaz. Eylül'le güzel başlayan arkadaşlıklarının bir trajediye dönüşmesinden de... Karakteri sevmek için başlarda az biraz direndim, hakkında spoiler de aldım ama yok yani ısınamadım. Eylül'ü aşağılaması ve son kertede Ali Asaf'la fotoğraflarının sıralandığı bir ifşa tablosuyla öç almaya çıkması son nokta oldu. Diziler evreninde nefret ettiğim karakterler listesinde yerini aldı. Ayrıca daha da çok nefret edeceğim zira, şimdi de aynı hastanede çalışmaktalar Eylül'le. Ve hâlâ gözü, Ali Asaf'da. Eylül'e siniri de geçmemiş anlaşılan. Yılan!.. Bundan ayar olmasam, babası vesilesiyle olurdum muhtemelen. Her ne kadar babasının yaptıklarından o sorumlu sayılamayacak olsa da, adamın nasıl bir evlat yetiştirebileceği de ortada. Kibirli, kendini beğenmiş, başarısız ve en önemlisi de ihmâlkâr. Nasıl öldürdü o kadını öyle? Nasıl sebep oldu ölümüne? Eylül ona da Bahar'a da bundan sonra ne yapsa hakkı. Elinden geleni ardına koymaz umarım. Nasılsa artık Ali Asaf da yanında. Ve aşklarına -en azından etik- hiçbir engel de yok. Kudur Bahar!..

Eleştiri-yorum-


Tanıtımlarını çok da sevebildiğimi söyleyemem dizinin. Vurdu kırdılı sahneler ve yazı içeriğinde de bahsettiğim, Eylül'ün lise zamanlarının çok da ilgi çekici olmayacağını düşünüyordum. Her ne kadar bir ara o vurdu kırdı sahnelerinin suyu çıkmış olsa da, açıkçası düşündüğüm gibi olmadı. İki saatten biraz fazla süren bölümü, hele de hiç reklam girmemişken sıkılmadan sonuna dek izledim. Geçmiş sahnelerinde, karakterin tanıtımlarda gösterilenden farklı olarak oldukça sempatik bir yanının bulunması da bunda ayrı bir etkeni teşkil etmekte. Tanıtımlarda her an olay çıkartmaya açık, herkesle takışan, babasına bile karşı gelen asabi ve atarlı bir karakter sunulurken, izlediğimizde yeri geldiğinde komik, yeri geldiğinde eğlenceli, yeri geldiğinde sevgiye delicesine aç bir karakter gördük. Benimsemesi de daha kolay oldu haliyle. Bir de doktorların mesleklerini icra ederken nasıl zorluklarla karşılaştıkları mâlum artık. Eylül'ün şiddet uygulamaya meyilli hasta yakınlarına haddini bildirmesini sevdim. Hipokrat Yemini'nde "Cahil hasta yakınları saldırsa da, dayağınızı yiyin oturun" yazmıyor neticede. Doktorlarımıza da ışık olsun. Öğrenin dövüşmeyi, bildirin saldıranlara hadlerini!.. Hastane aksına tam olarak geçiş yapamadığımız için oradaki ortamdan ve karakterlerden bahsedebilecek durumda değilim. O da bir sonraki yazıya kısmet artık...


Öykü Karayel'i donuk buluyordum. Kuzey Güney'e gidip hafızamda kendisine dair hangi kareyi canlandırsam, hâlâ aynını düşünüyorum. Ancak, Kalp Atışı'nda bambaşka bir performansla karşımızda. Dövüş sahnelerine de oldukça yakışmış. Üzerinde sırıtmıyor, atletik bir görünümünün olması da buna etken. Şuan gözümü kapatıp, Eylül o olmasa kim olurdu sorusuna da cevap veremiyorum. Bu da kendi içimde yeterli bir kıstas. İlk bölümden tüm ön yargılarımı yıktığı için kendisine teşekkür ediyorum... Gökhan Alkan oldukça karizmatik bir adam. Sert ve oturaklı karakterleri çok iyi giydiği ortada. Maço olmak asla yakışmaz ama masaya yumruğu indirdiğinde de karşısındakini etkileyecek bir potansiyeli var. Burada biraz daha sempatik ve tatlı bir karakteri giyiyor. Hastane tarafında işin nasıl olacağı meçhul benim için lâkin, sanki çok da sert bir Ali Asaf izlemeyiz gibi. İzlersek şahane olur, onu da not düşeyim. Performansına diyecek bir şeyim yok bu arada, emeklerine sağlık kendisinin de... İyi bir ikili oldu Eylül ve Ali Asaf. Onların ekran uyumu, olması gereken enerjiyi çok güzel yansıttı. Zaten diziye ön yargıyla yaklaşan, "İzlemem, saçma, orijinali de zaten iyi değildi!" diyen herkesin fikrini biraz da bu enerji değiştirdi...

Tabi sorun yok muydu? Vardı. Hele de kurgu tarafında. Bazı akslar beni çok yordu, bazı sahneler nasıl başladı nasıl bitti anlamadım. Arada bir kopuk kopuk bir hâl aldığı da oldu ama son kertede ilk bölümün günahı olmaz diyelim... Müziklere diyecek bir şey yok, bence Jingle TV bu konuda artık bir marka. En iyisini yapacakları ortadaydı ve yapmışlar da... Senaryo tarafında ise çok fazla olumsuz fikir vardı başlamadan. Orijinal hikâyenin çok da cezbedici olmadığına dair. "Neden başka dizi uyarlamamışlar?" diyen de çok duydum. Ama bildiğim bir şey vardı ki, o da Doktorlar'da döktüren Makbule Kosif'in başka bir hastane dizisinde daha kimseyi şaşırtmayacağıydı. Nitekim, beni yanıltmadı. Her ne kadar fikrini yine de değişmeyenler olsa da konuştuğumda, çoğunluk orijinalinden daha seyirlik bir dizinin ortaya çıktığında hemfikirdi. Kosif nezdinde tüm senaryo ekibini de tebrik ediyorum... Yusuf Pirhasan da güzel bir iş çıkartmış. Eleştirebileceğim hiçbir şey yoktu, kendisinin de emeğine sağlık...

Bitirirken...


Yaz dizilerine karşı aşırı umutsuzken, özellikle Kalp Atışı'yla fikrim değişmeye başladı. Keyifle izleyecek bir yaz dizimizin olduğunu düşünüyorum. Umarım bu etkisini hiçbir zaman kaybetmez ve sonuna kadar keyif vermeye devam eder. Ve tabi hak ettiği reytingleri de kucaklar. Hayatımıza hoş geldin Kalp Atışı. Bol şans ve reytingler!..

Beklenen Kral

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder