İyi olmak bazen tek başına yetmiyor. İyi olarak kalmak da bu sebeple hiç kolay olmuyor. Çünkü yaptığının karşılığını görmedikçe, ister istemez fikirlerin değişmeye başlıyor. İyiliklerinin amaçsızca sömürüldüğünü gördüğünde, sorgulamaya başlıyorsun her şeyi. Ardından, ördüğün kocaman duvarlar beliriyor etrafında. Değişmeye, herkese mesafeli olmaya başlıyorsun. Aslında en güzeli de bu oluyor. Ne kadar mesafe, o kadar kıymet. İnsanoğluna bu gerekiyor... Eylül için hayat hiç de kolay değildi. Aslında günümüzde dahi geçmişe biraz bağlı olduğundan, hâlâ pek kolay sayılmaz. Ördüğü duvarları, iyiliği hak etmeyenlere sert müdahaleleriyle kalbimizde kocaman bir yer edindi. Her hafta biraz daha sağlamlaştırmakta ayrıca. On kişiye bedel gücü de, başka bir mevzu. Peki onca karakteri pataklarken iki bölüm önce, şimdi tek bir adam ona nasıl böyle direnebildi?..
3. Bölüm
Eylül olabildiğince dik başlı ve güçlü bir karakter. Onunla baş edebilmesi hiç kolay değil bu sebeple. Sadece fiziksel olarak değil, rakip olarak da ona yenilmeye hazır olmanız şart. Bu bir yarışa dönüştürüldüğünde pek destekleyemiyorum açıkçası ama rekabet ruhu da, işin doğasında var haliyle. Büyük kocaman bir hastane ve birbiriyle yarışan, daha başarılı olmaya çalışan cerrahlar... Oğuz ile ikili münakaşaları bu sebeple oldukça ilgi çekici. Bahar'ı bu kıstasta değerlendiremeyeceğim, onun derdi doktorluk da cerrahlık da değil çünkü; gayet ortada. Eylül'ü Ali Asaf'tan olabildiğince uzak tuttuğu sürece, doktorluktan men dahi edilebilir. Geçtiğimiz bölüm yorumumda da belirttiğim gibi, doktorluğu seçmesi de aslında tamamen Ali Asaf için. O yüzden onun gibi birine rakip denemez. Sadece çatışmalarıyla varlık gösterecek-ki, onun da hiç ilgi çekici olmadığı şimdiden ortada. İyi yanı en azından dedesi gerçeklerin farkında ve şımarıklıklarına prim vermiyor. Bu da otomatikman Eylül'e bir başka kalkan demek oluyor. Oğuz'la rekabeti yeterince tatmin edici olduğundan da, zaten bir eksikliğin hissedildiği yok. Ama aralarındaki rekabet yumuşamaya başladıkça, o tatmin ediciliğin azalmasından korkmuyor değilim...
Bu bölüm Oğuz için bir kırılma oldu. Eylül'ün iyi bir rakip olduğunu kabullendi. Otomatikman, karşısında yüzü de gülmeye başladı. Bunun bir sonraki aşaması büyük bir aşka düşmek-ki, Eylül için bunun ciddi bir karşılığı olmadığı ortada. Belki Ali Asaf'a çok kızdığı zamanlar meylettiğini görürüz ancak bunu da ben yakıştırmam kendisine. Kısaca, aralarındaki mesafe ve rekabetin biraz olsun korunmasından yanayım. Bahar'dan umut yok, ortada rekabet edebileceği başka bir karakter de yok; en iyisi Oğuz az biraz 'rakip' kalsın. Ama birbirlerini korumak söz konusu olduğunda, her şeyi geride bırakmaları şart. Bölümün sonunda yaşananlar gibi... Normal şartlarda pasif kadın karakter, güçlü erkek karakter tarafından kurtarılır ve kahraman olur. Kalp Atışı'nda durumun böyle olmayışından oldukça mutluyum. Her ne kadar ilk aşamada Oğuz, Eylül'ü korumak için hamle yapmış olsa da, son kertede adamın elinden Oğuz'u kurtaran Eylül oldu. Karakterimizin -en azından bu yönden- şanı da devam etti...
Hatırlarsanız ilk bölümde onlarca mafya korumasını pata küte döven bir Eylül vardı karşımızda. Bu bölüm ne oldu da, gayet onlarla eş cüssede olan bir kişiyi deviremedi anlamadım. Nazara geldi sanırım, başka bir açıklama da bulamadım. Elbette hastanede hiç güvenlik bulunmaması ve haliyle üst aramasının bir ütopyadan ibaret olması sebebiyle bıçak güçlü bir tehdit unsuruydu ama yine de ondan daha atik hamleler beklerdim. Bu aksın yarattığı Ali Asaf'ın geçmiş defteri oldukça cazip lâkin, ilk bölümü de insan haliyle hemen unutamıyor... Öylesine büyük gerilimli bir bölüm sonu yarattıktan, Ali Asaf'ı kırık ayağıyla-gerçekte kendisinin topuğu kırık- büyük bir riske attıktan sonra verilen o fragmanı da üzgünüm ama anlayamıyorum... Dizinin orijinalini izleyenler ne olduğunu, ne bittiğini biliyor. Ama izlemeyen bizim için, Eylül'ün bıçaklanıp bıçaklanmadığı ya da başına bu olayla ilgili bir iş açılıp açılmayacağı oldukça büyük bir merak unsuru taşıyor. Öylesine vurucu bir sonun hemen ardından, Eylül'ü sapasağlam ve başka dertlerin içine düşmüş görmek, insanı üzüyor. En azından biraz daha muâllak bir fragman kesilebilirmiş. İkincisine saklasaydınız hiç yoktan. Aradan geçen bilimum üç-dört günde biz zaten öğrenirdik başına ne geldiğini orijinalinde karakterin. Merakımızı böyle hemen elimizden almayın. Bırakın birkaç zaman izlediğimizin etkisinde kalalım. Haksız mıyım?..
Bu bölüm tamamen hastalarla örülüydü. Karakterlerimizin yaşamlarına ya da iç dünyalarına dair pek bir şey göremedik. Hatta ikinci bölümde çokça sevdiğimiz Alp'i dahi doğru dürüst göremedik. Bir bölüm için bunca olay da biraz yorucu geldi açıkçası. Hastane içerisinde olsalar da hayatlarına, birbirleriyle olan ikili diyaloglarına daha çok yer verilmeli diye düşünüyorum. Ve elbette biraz da inandırıcılığın dozunu arttırmak şart... Hamile bir kadını tomografiye sokmak, ne bilim bana biraz riskli gibi geldi. Hasta her ne kadar inatla doğurmak istemediğini belirtse de, söz konusu bir can olduğunda kadın doğum uzmanının odayı öylece terk etmesi de sert bir karar gibi. Tabi orada maksat, beyin cerrahı Oğuz'u yüceltmekti ama olsun... Bir diğer sıkıntım, hastanede acil doktoru dahi olmaması. Neredeyse her biri beyin cerrahı olan doktor kadrosunun, tüm tıp branşlarına baktığını izliyoruz. Değişmeyen tek şey, Bahar'ın hiçbir branşta işe yaramadığı... Bir iki acil doktoru, hemşiresi fena olmaz gibi. Alp ve Samet'e eşlik edecek birkaç stajyer de mesela...
Yazının başlarında da geçirdiğim, iddia durumu da tekrarlanmasa pek süper olur. Mâlum Türkiye'de doktorlara bakış açısı zaten pek parlak değil, daha da körüklemeye gerek yok... Tabi bir de ölümü kaçınılmaz görünen çocuk hastaya, öleceği söylenmese de olurdu sanıyorum. Yıl, gün ay ya da sonsuzluk belirtmek fark etmez; bir çocuk, "Ölecek miyim?" diye sorduğunda reddetmek gerekir diye düşünüyorum. Her ne kadar çare bulması zor bir kas hastalığı olsa da, sanki sonunda o çocuğa umut olacaklarını da hissediyorum. Sadece Ali Asaf hiç o, 'ölüm' topuna girmeseydi keşke... Bunlar dışında birkaç şey daha vardı ama yazmayacağım... Belirtmeden de geçmeyim, tam öldüğü ilan edilmek üzereyken, son kez torununu görmek için dirilen dede kısmı Grey's Anatomy'de de vardı. Ona çok takılmadım açıkçası... Ayrıca bir başka hastanın kafatasının steril olmayan ortamda delinmesi de, "Olmayacak şey!" gibi gelmedi bana. Gerekiyorsa, neden olmasın? Hasta ölüm kalım savaşı veriyor sonuçta. Tek sorun Eylül'ün fazla cesur oluşu, o da şimdiye kadar kimseyi hayâl kırıklığına uğratmadı. Bundan sonra da umarım cesareti, gerekli başarıyı getirmeye devam eder...
Hastane içindeki, 'sahip olma' yarışı da başka bir curcuna. Bu bölüm o noktada da pek bir şey yaşanmadı. Hatta, Sinan ve Bahar'ın aleyhine bir sürü adım atıldı. Baba-kız o kadar şuursuz ki, hep böyle ellerine yüzlerine bulaşır dilerim fesatlıkları... Tabi Sinan'ın Eylül'ü göndermeye gücü yetmedi ancak bir bölümde iki zafer de fazla olurdu. Babaannesinin dosyasını trollemesine şaşırmadım. O konuda Eylül çokça zorlanacak, belli... Selim ve Ali Asaf arasında mini bir Eylül krizi çıkmak üzereydi, nihayete ermedi. Bakalım Selim'in tam niyetini ne zaman öğreneceğiz... Birinci bölümün ardından yeniden ortaya çıkan Mehmet'in ise Esma ile aşka düşeceğinin ilk sinyali verildi. Benim niyetim başkaydı aslında ama Esma da mutlu olsun tabi. Bir de lütfen onu daha çok görelim!.. Keyifli bir üçüncü bölüm izledik. Bundan kimsenin şüphesinin olduğunu sanmıyorum. Hatasız kul olmayacağı gibi, dizi de olmaz. Önemli olan zamanla törpülenmesi. Unutmamak lazım, senaryo ekibinin başında üç sezon Doktorlar'ı yazmış bir isim var. Bence yeterli bir referans. Sizce de öyle değil mi?..
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder