İnsan acılarıyla daha çok sınanır. Geçmişi, geçmişin hüznü ve o hüznün geride bıraktıklarıyla daha da yıpranır. Unutmak ister, unutamaz. Yok saymak istese de yapamaz. Zira acılar hatırlanmaya hep müsait olmuştur. Bir olay, bir bakış, bir an... Her şeyi seriverir önüne yeniden. Ve kaldığı yerden acımaya devam eder. Acının unutulan değil, akla geldikçe tekrar tekrar can yakan olduğunu daha iyi anlarsın... Eylül'ün anne acısı gibi. Hiçbir acının yeriyle yarışamadığı, o yokluk gibi. Delicesine sevdiği adama yüz çevirecek kadar hem de...
6. Bölüm
Bu konuda aslında artık kızmaya başladım Eylül'e. Ali Asaf'a ön yargısı kabul edilebilecek düzeyin biraz üstünde bana sararsanız. Ne yaparsa yapsın gözünün içerisine aşkla bakan bir adamın, babası gibi birine dönüşebileceğini nasıl düşünür bilemiyorum. İnsan yaş aldıkça huyu değişir ama beni kimse, babasının zamanında annesine karşı böyle davrandığına ikna edemez. O adamdan bu çıkmaz çünkü. Kadının aşkı büyüktür, kaptırmıştır kendini; harap olması daha kolay olmuştur... Onun yerine kendini koyması biraz saçma. Hele de bu kadar güçlüyken... İyi yanı, Ali Asaf'ın onu sevmekten vazgeçmesi mümkün olmayacak gibi. Aslında burnunu sürtmesi için, biraz kendini geri çekmesi taraftarıyım ama geçtiğimiz bölüm yorumumda dediğim gibi, birçok rakibi var. Ve bunu göze alamamasını çok iyi anlarım. Yine de aşkını bu kadar şiddetli yaşadığını göstermese güzel olur. Ters teptiği ortada. Eylül'ün ondan kaçtıkça, Oğuz'a yaklaştığı da...
Gözlerinden böylesine aşk fışkırırken, nasıl olur da kendini bu kadar geri çeker bir insan? Yahu, sana lisedeyken verdiği merhem kutusunun dahi peşine düşüyorsun; geri almak istiyorsun. Ali Asaf'ı sevmiyorsan, onunla birlikte olmak istemiyorsan o kutunun senin için ne önemi var? Bırak vermesin. Ama delicesine seviyorken, o kutuyu onca zaman yanından ayırmamışken yaptıkları çok çiğ duruyor... Bu arada o kutu muhabbeti çok iyi gelişti. Orijinalinde bu detay var mıydı bilemiyorum ama Eylül'ün aşkının en büyük kanıtı odur gözümde. Başka kim, arkasına bakmadan kaçtığı adamın verdiği merhem kutusunu her daim yanında taşır ki?..
Bak, Oğuz'da da taşıyacak potansiyel var gibi. Korkmaya başladım az biraz. Hele de Eylül'ün ona çok çabuk güvenmeye başlaması sebebiyle... Ali Asaf'a dahi anlatmadığı şeyi, bir çırpıda Oğuz'a anlatması kırdı ayrıca. Oğuz güvenilmeyecek bir adam demiyorum elbette ama gidip de Sinan'a tüm bunları yetiştirmeyeceğinin garantisi ne? İçini, düşüncelerini daha çok izleyici olarak biz biliyoruz. Bunu yapmayacağını biz söyleyebiliriz de, Eylül nasıl düşündü bilemedim... Bunun sonu iyi yere gitmiyor tabi. Bana göre gitmiyor da, çoğu kişi için doğru yolun o olduğunu da not düşeyim. Sadece benim ideal çiftimin Ali Asaf ve Eylül olduğunu tekraren vurgulamak isterim. Eylül'ü başka kollarda görmek istemem... Oğuz ile Bahar'ı daha çok yakıştırıyorum ben. Hem Oğuz'la olası aşkı belki çirkin karakterini de düzeltmeye yardımcı olur. (olmadı)
Eylül'ün başındaki dertler bir tane değil. En büyüğü de, azimle hastaneden kovulmak istenmesi. Babaannesi ile ilgili bilgilerin peşinde olması, kendisini arayan Serdar'ın neden ve nasıl öldüğünü öğrenmeye çalışması, Ali Asaf'ın büyük aşkı, Bahar'ın kıskançlığı derken; Sinan ve babasının hedefinde. Kolay kolay hastaneden gönderilemeyeceği ortada ama yine de hiç yoktan yıpratma operasyonu yapacaklarından eminim. O adam da nasıl birden böylesine değişti anlamadım. Daha geçen bölüm ölecek diye telaşlanıp, hasta odasında bulduğu her fırsatta ortağının sıhhatini kontrol ederken; şimdi birden tehdit etmelere başlamasına anlam veremedim... Onun da içini biliyoruz elbette. Tüm bunları yapacak birisi ayrıca, evet. Ama şimdiye kadar ona böyle yaklaştığına şahit olmayınca, "N'oluyoruz?" dedim doğrusu. Ali Asaf'ın bir an önce hastanede söz sahibi olması şart. Yoksa Sinan'la babasının yapacakları, yenilir yutulur şeyler olmayacak...
Vak'alardan yana derdim de devam ediyor. Çoğaltmak gerek sanıyorum, buna tekrardan kanaat getirdim. Bir de, giriş var ama gelişme ve sonuç pata küte çözülmeye başladı. Mesela, Samet'i de ısıran o hastanın durumu bildiğin geçiştirildi. Organları olması gerekenden farklı yerlerdeyken, tüm doktorların ilgi odağı olmaması biraz düşündürücü. "Meğersem kafayı çekmiş" dendi, hop vak'a son buldu... Trafik kazası ve getirdikleri de beni kendine çekemedi. Açık konuşmak isterim, izlerken zerre duygulanmadım. Onda giriş çok sakattı bir kere, oradan kaybetti beni. Daha dramatik bir kaza tasarlanabilirmiş. Bizi kendine daha çok çekecek, olduğunda daha çok sarsacak şekilde gelişen bir kaza... Böyle olunca bam telimize oynar diye düşünülmüş sanırım ama daha çok kör göze parmak olmuş. Hele kadının bir çocuğu yaşayabilecekken, "Diğerinin ölümüne karar veremem" diye intihar etmeye çıkması tam bir akıl tutulması. Evlatları arasında ayrım yapmıyorsa, yaşama ihtimali yüksek evladı için neden o da yaşamayı seçmiyor ki?.. Sırf Eylül'ün anne yarasını deşmek ve analığıyla babası hastaneye geldiğinde bu sebeple tansiyonun daha yüksek olmasını sağlamak için yazıldığına da inanmak istemiyorum bu anların. Hakeza çekildiğine de...
Bölümün sonuna gelirsek, başka bir kaosu resmetti. Mehmet'in ölmeyeceğini duydum, orijinalini izleyenler çıtlattılar. Ama umarım Eylül bu olandan kendini sorumlu hissedip de saçma vicdani yükler altına girmez. Mâlum Mehmet ona poz kesicem derken dikkatsizliğinin kurbanı oldu. Babaannesiyle ilgili mevzunun aydınlanmasında önemli eşiklerin aşılması için Ali Asaf tam öncü olacakken bu kaza ile az biraz trolledi de mevzuyu. Sinir olmuş olabilirim bu sebeple... Ama eninde sonunda gelecek bölüm Ali Asaf söyleyecektir sanıyorum. Bir sebeple bundan vazgeçtiğini görürsek, gider ben motosikletle çarparım o Mehmet'e, şimdiden söyleyeyim... Keyifli bir bölüm izledik. İzlerken sıkılmıyor olmaktan yana mesudum. Tabi bahsettiğim birkaç pürüz de olmasa, bayıla bayıla izleyeceğim. Ne diyelim, gelecek bölümlere kısmet. Kalbimizde taht kurdu bir kere, senaristlerimize de güvenimiz tam. Bahar'ı da bir ara öldürür müsünüz acaba?..
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder