Kalp Atışı: Bahar'ı ne ara takıntın yaptın ki sen? - Beklenen Kral

16 Eylül 2017 Cumartesi

Kalp Atışı: Bahar'ı ne ara takıntın yaptın ki sen?


Bence aşkın en saf hallerinden birisidir, karşılıksız olan. En kıymetlisi vede en kıymet bilinmezidir aynı zamanda. İçerisinde kopan fırtınalardan kimsenin haberi yoktur çünkü. Kalbin kor olmuş yanar da, hiçbir çaba derman olmaz o yangına. Zira aşka kavuşman ya mümkün değil ya da çok zordur... Tam da bundan sebep Fatih'in içerisinde olduğu durumu çok iyi anlıyorum. Sevdiği kadını, daha ona sevdiğini dahi söyleyemeden kaybetti. Başkasına aşık olduğunu bile bile sevdi ve şimdi ölümü bir yerde kırılma noktası oldu. Ama bu demek değil ki, cinnet getirip sağa sola saldırması normal. Saf bir aşk, saf bir hüzün taşır. Takıntılı bir aşıksan, işte o zaman bölümde olanlar anlam kazanır...

11. Bölüm


İlk bölümden beri pek de varlık gösterebilmiş bir karakter değil, Fatih. Hatta birinci bölümde görece Bahar'dan hoşlanan ama ilk gördüğü anda Eylül'e hafiften meyleden bir adam vardı karşımızda. Sonradan Bahar'a olan hisleri biraz daha derinleşmiş olarak gösterildi. Ölümünün ardından da bambaşka birisi oldu. O naif adam bir anda bugün izlediğimiz vahşiye döndü. Normal mi? Dediğim gibi ortada bir hoşlantı var gibiydi, çok çok. Ne ara Bahar'ı böylesine takıntı haline getirdi anlamadım. Masum bir aşkın yıkılmışlığı böyle olmaz çünkü. Çok sevdiği, saygı duyduğu Eylül hocasının karşısına geçip çıkışmaz. Katilin cezasını çekmesini ister ama eline neşter alıp, öldürmeye kalkmaz... Bu tutarsızlığı ve suçunu örtbas edecek geçerli bir argüman yok yani. Önce görevden el çektirilsin, ardından da psikiyatriste yönlendirilsin. Başta da dedim ya, zaten çok da varlık gösterebilmiş bir karakter değil; hikâyesi bitebilir...


Nasılsa Eylül'e bulaşanlarda bir eksilme olmaz. Onun yerini bir başkası hemen doldurur. Mesela, Bahar'ın annesi... Sinan'ı zırt pırt arayanın o olduğu mâlum. Çıkıp geldikten sonra hedef tahtasına Eylül'ü koyacağı da. Tam tersi olabilir mi? Pek sanmıyorum. Kim gelse Eylül'e diş bilemiş vaziyetteyken, onun nesi eksik? Biraz da o kenarda köşede kıstırıp kıstırıp tenkit etsin. Nasılsa dirayetli bir karakterimiz var, kimseye pabuç bırakmamaya da yeminli. Tabi onun da suçsuz günahsız Ali Asaf'tan ne istediğini anlayamıyorum gerçekten. Geçtiğimiz haftaki yorum yazımda da değinmiştim; babasının işlediği bir suçun faturasını nasıl Ali Asaf'a kesebiliyor ki? Kendi babasının ilgisizliği, sevgisizliğinden de o sorumluydu öyleyse?.. Bir çıkmaz yok yani aslında karşısında. O çıkmazı, kendi elleriyle tuğla döşeyip örüyor. Yoksa, Ali Asaf'ın elini tuttuğu anda aşamayacağı hiçbir engel ve zorluk kalmayacak. Bunu sağır sultan bile biliyor...


Onun sabrına hayranım. İlk bölümden beri zerre değişim yaşamadı bu konuda. O zaman nasılsa, şimdi de aynı noktada. Eylül'ü kazanmak, bir daha kaybetmemek için her şeyi yapmaya hazır. Bu da onu kolay lokma yapmakta. İşte tamda bundan azıcık kendisini geri çekse hiç fena olmayacak artık. En azından bir süre burnunu sürtsün Eylül'ün. Yoksa, kıymetini hiçbir zaman bilemeyeceğinden korkuyorum Ali Asaf'ın... Ha şimdi böyle dedim diye gidip de İpek'le yakınlaştırmayın sakın. Aman öyle bir çılgınlık yapmaya falan asla kalkmayın. Sadece uzak kalsın. Onun yerine başkasını tercih ettiği izlenimi vermek, burun sürtmek değil ahmaklık olur çünkü...



İpek'e gelirsek, kendisine dair fazlaca soru işareti var zihnimde. Başta da yaşının kaç ve tıp eğitimi mi aldığı yoksa ihtisasını tamamlayıp doktor mu olduğu noktalarında. Matematiğim hiçbir zaman iyi olmamıştır ama yine de, Eylül'ün üvey kardeşinin yaşının bu kadar büyük olmasının mantıkla izah edilir bir yanını bulamıyorum. Bana kalsa tıp okuyor olması bile fazla ama ona bile razıyım şu durumda. İlerleyen bölümlerde bu konuya bir açıklık getirilir zannediyorum... Merve Çağıran hoş gelmiş. Kendisini pek severim, karakterini de sevmek isterdim ama ilk dakikadan Eylül'e dişlerini gösteren birine sempati beslemem dahi imkansız. Bundan sebep kaleminden çekeceği var İpek'in, belirtmek isterim... Bir şey daha not düşmeden olmaz. Bölümün başındaki hortumlu o sahneye ne gerek vardı gerçekten? Karakteri ilk tanıdığımız anın, hastanedeki sahnesi olmasını tercih ederdim. Zaten doğal olanı da öyle değil midir?..


Oğuz ilk bölüm Eylül'ü karşısında gördüğünde nasıl bir hâl aldıysa suratı, İpek'i gördüğünde de aynı hâli aldı. Ama biz bir saat önce hortumla yaptığı erotik şovundan sonra, hiç de etkilenmedik o girişten. Zaten her şeyiyle Eylül gibi başladı ya hastanedeki macerası, çok da deşmeyeyim o konuyu şimdi ben... Oğuz'la bir ilişki yaşaması mümkün olur mu? Bilinmez. Ama Oğuz'un ağzı açık hayran hayran izlemesinden çıkartılan anlam bu yönde. Her şeyi zaman gösterecek. Yeter ki İpek daha fazla Eylül'e diş gösterip, zaten zorlu olan hayatını daha da zorlaştırmasın. Çeke çeke, kenafir gözlü annesine mi çeker bir insan? Nasıl bir genetik hasardır bu, biri açıklasın!..


Bahar'ın ölümü herkesin üzerinde etki bıraktı. Fatih delirdi, Eylül Ali Asaf'a kinlendi, Alp ise garipleşti... Dizinin orijinalini izleyenler, Alp'in ileride başına ne geleceğini biliyorlar. O da bu bölüm onun mesajını verdi. Açıkçası, "Belki başımda patlamaya hazır bir bomba var" dedikten hemen sonra başına ağrı saplanmasa da olurmuş. Biraz kör göze parmak olmuş. Gidip sprey alıp kafasına sıkma girişimi ise aslına bakarsanız yersiz. Herkesin acısını savuşturmak için çeşitli yöntemleri var lâkin, gidip de sprey boya almayı düşünecek kadar acıdan uzaklaşmak gerçekte zor gibi... Geçen bölüme oranla daha iyi bir bölüm vardı karşımızda. Elbette yine başından sonuna yayılan bir olay zinciri kurulması, az buçuk ruhumu soldurmadı değil. Ama o da Eylül'ün, yok yere Ali Asaf'a çemkirmelerinin yarattığı ruh solgunluklarının yanına yaklaşamaz tabi...

Beklenen Kral

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder