İnsan bazen nefesinin kesildiğini hisseder ya hani, ne yapacağını ve diyeceğini bilemez?.. İşte tam da öyle hissettim Kalp Atışı'nın bu bölümünü izlediğimde. Başından sonuna, aynı duygunun esiriydim. Ben ki kolay kolay, "Artık bitse bu bölüm" demem; bu sefer dedim... Neden böyle oldu bilemiyorum. Çok güzel kurgulanmış bir olay örgüsü var aslında ortada. Ama her şey o kadar uzatılmıştı ki, afakanlar bastı. Birkaç olmaması gerekli şey de, cabası...
10. Bölüm
Elinde silah, iki de bir şekilden şekle giren ruh hastasının-ki sonradan beyninde tümör olduğu anlaşıldı- hikâyesi keşke bu kadar uzamasaydı. Bölümün başında mesele çözülüp, hemen ardından başka damarlara geçilseydi keşke. Zira zaten geçen bölümde de başından sonuna onun iç sıkan buhranlarına tanıklık etmiştik. Aynı süreci yeniden yaşamak sıktı haliyle... -Hem bir hastane draması izliyoruz. Bu kadar aksiyona, her hafta başka bir kaos ortamına gerek yok ki. Yaratılacak hasta hikâyeleriyle alır bomba gibi yürür zaten bölümler...- Düşünsenize, bir ruh hastası çalınan arabanıza biniyor ve sonra orada kimliğinizi görüp size takıyor. Ardından çalıştığınız yere geliyor, terör estiriyor ve tüm bunların sorumlusunun siz olduğunu haykırıyor... İnsan aklını çıldırır... Eylül nasıl çıldırmıyor bilemiyorum. Dizideki her şey ve herkes ona karşı. Sürekli etrafında ona kurulan tuzaklar var. Birinden atlayıp geçmeye çalışsa, havada başkasına yakalanıyor ve bu durum kısır bir döngü içerisine hapsolacağa benziyor. Bu bölümün sonunda da üzerine yenileri eklendi çünkü. Bakın 'yeni' dahi değil, 'yenileri'...
Hastanedeki kaos ortamında olansa Bahar, çatıdaki polis ve Sinan'ın sevgilisine oldu. Tüm bunların sorumlusu hasta ise yaşıyor. Adalet mi? Değil. Gelecek hafta Sinan'ın onu öldürme girişimine laf etmeyeceğim bu sebeple. Peki, bu kadar zayiata gerek var mıydı?.. Bahar'ın öleceği belliydi aslında. Daha iki bölüm önce komalık derecesinde hastanelik olan ve kurtulan bir karakteri yeniden aynı yoldan geçirirseniz komik olur çünkü. Ayrıca birden bu kadar keskin iyileştirilmesi de, mâlum sonu hazırlıyor görünmekteydi. O sebeple ölümüne şaşırmadım. Lâkin, üzüldüm... Böyle olacağını düşünmüyordum ama gerçekten üzdü. Karakter tam iyileştirilmişken, Oğuz'la da bir aşka düşmesi söz konusu olabilecekken; yaşasa olurdu. Hatta bu tehlikenin eşiğine hiç yaklaşmasa daha iyi olurdu. Ama ne diyelim, hayırlısı buymuş. Ege Kökenli'ye emekleri için teşekkürler...
Diğer bir ölüm, çatıdaki polis... Ona hiç gerek yoktu mesela... Bu kadar çok kıyam neden hiç anlamadım. Polislerin yukarıda bir yaralı olduğunu, hatta o yaralının meslektaşları olduğunu bildiği halde müdahale etmeyişi de üzücü bir detaydı. Evet, zanlının yakalanması gerekiyor ama o arada hastaya da müdahale etmek öncelikler arasında sayılmaz mı; onu da anlamadım. Neticede o da Eylül'ün canını acıtarak öteki tarafa göçtü... Ve Eylül'e atılan karayı aklayabilecek tek isim, Sinan'ın sevgilisi... O biraz da bilmişliği sebep adamın hedefi oldu ama olmasa olmaz mıydı? Şimdi nasıl aklanacak Eylül? Büyük bir sır... Esma'nın restoranında kamera olduğuna dair bir detay hiç duymadık. Olsa herhalde daha anladığı ilk an konusu gündeme gelirdi. Anlayacağınız, yandı gülüm keten helva...
Gördüğünüz gibi her şey Eylül'e karşı. Hatta öyle ki, babaannesini öldürdüğü için kinlenip ipliğini pazara çıkartmaya çalıştığı adam bile şimdi kızının ölümünden onu sorumlu tutuyor ve daha da dişlenmiş bir düşman olarak karşısında. İlk golünü de, Ali Asaf'la birlikteliğine attı; babaannesinin ölüm raporunu değiştirenin onun babası olduğunu söyleyerek. Yani aslında orada Bahar'la birlikte, uzun vadede #AlEy de gömüldü... Ama tabi şu var, babası yaptıysa Ali Asaf'ın suçu ne? Babası bir haltlar karıştırdıysa zamanında onun sorumlusu nasıl o olabilir? Ona kinlenmenin, ondan uzak durmanın kime faydası var, o da başka bir bilinmez işte... Bu kadarı yeter mi? Yetmez!.. Şimdi de üvey kardeşi geliyor. Analığının sevinmesine bakacak olursak, Eylül'ün başına bir bela da o olacak. Bakalım şimdilik bilmediğimiz daha neler neler olacak...
Polisin müdahalesizliğinden şikayet etmiştim yukarıda hatırlarsanız, o kısma tekrardan dönmek istiyorum. Çatıda yaralı bir meslektaşları olduğunu öğrendikleri halde müdahale etmemeleri nasıl yanlışsa, Ali Asaf'ın sert tepkisi de bir o kadar yanlıştı; belirtmek zorundayım. Yumruk atmış şekilde görmesek de olurdu. Evet Bahar'ın ölüm haberi, üstüne çatıda Eylül'ün yaralı bir polisle çaresiz bir şekilde bekleyişi bam teline dokundu ama dizinin gerçek hayata yansımasını da düşünmek gerekiyor. Bağırıp çağırarak tepki göstermesi kafi gelirdi. Yumruk faslı, fazla oldu. Aynı zamanda yersiz de... İlla birini yumruklamak istiyorsa, bulup Mehmet'i yumruklamalıydı. Meğersem arabayı çalan, onun belalısı mafyanın adamıymış... O da nasıl oldu hiç anlamadım. Adam bildiğin sahil kenarında gördüğü arabayı çalıp kaçmış gibiydi. Hiç borçmuş, mafyaymış, şuymuş, buymuş; zerre bağlantılı durmuyordu. Mafyanın içerisinde olan bir kişinin, annesini öldüren kardeşine 'Annemizi mi öldürdün lan?!, Ah, vuruldum! Ben de öleyim madem' diye öte tarafı göçmesi de pek ironik oluyor ya neyse. Böyle bir insanın belinde silah olmaz mı sevgili okuyucu sen söyle?.. Neyse sonuç olarak Selim'le Mehmet bir olup o defteri kapattılar. Ama öyle derin yaralar açıldı ki, o da kapanmasa olurdu...
Masa başında her şeyin şahane gözüktüğündüğünden eminim, lâkin işin tamamlanmış hali için aynı şeyi söylemenin çok zor olduğu ortada. Başarısız bir bölümdü. İzlerken çokça sıkıldım ve saç baş da yoldum. Umarım yapılan hatalar tekrarlanmaz ve artık resmen girdiğimiz yeni sezonda da dizimizi keyifle izlemeye devam ederiz. Kim kalp atışını hissetmek istemez ki?..
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder