Güven üzerine sayfalarca yazı kaleme alınır rahatlıkla. İnsanın en çok ihtiyaç duyduğu, hep uzağında bulduğu bir duygu çünkü. Mâlum, kaçan kovalanır derler; güven de hep kaçıyor bizlerden... Bazılarımız var ki, pespembe gözlüklerle bakıyor hayata ve insanlara. Her şeyi iyi yanıyla görmeye çalışıyor, hiç olmayacak kişilere güveniyor. Ve şüphe götürmeyeceği üzere, en çok da o 'bazılarımız' üzülüyor. Çünkü güvenlerinin boşa çıkması uzun sürmüyor... Herkese güven olmaz, herkesle iş yapılmaz, herkesin arkasından gidilmez, herkesle yüz göz de olunmaz; zira zararlı çıkan hep sen olursun. Kaybettiğinle kalır, öylece oturursun. Güven en büyük zaaflarımızdan, evet. Bu zaaftan kurtulmak içinse, gerçekten güvenilecek bir insan gerek...
Ama bu taşlar yerine oturmuyor?
Meryem'i ilk bölümünden beri izliyorum. Hakkında şimdiye değin yazı yazmamamın sebebi, taşların bir türlü yerine oturmamasındandı. Her şey havada, duygular karmakarışık, zihinler belli belirsiz şeylere adapte olmakta; hep kötüler kazanmakta... Bu kısır döngünün yazılacak çok bir şeyi olmadığını düşündüm. Nasılsa hep aynı yere çıkacaktım çünkü; güvene. Ve güvenilmeyecek insanlarla yan yana olmaktan haz almanın saçmalığına... Mâlum, Meryem uzunca süre at gözlüklerini çıkartamadı. Hiç güvenilmeyecek bir adam için hayatını kararttığı yetmez gibi, her an onu koruyup kollamaya devam etti. İster istemez bu da karakterden uzaklaştırdı beni. Ama şimdi bir şeyler değişmeye başladı. Hem de hiç olmadığı kadar büyük bir hızla. Hiç olmadığı kadar seri ve güçlü. Meryem artık o eski aciz kadın değildi. Dirayetliydi ve korkusuzca herkesin karşısında dikilebiliyordu. O zaman hakkında yazmanın da vakti gelmiş oldu...
Esas mimar hep aşk olmuştur...
Bu değişimin mimarına gelirsek, o da ilk bölümlerdeki adam değil şimdi. Eğer Savaş değişmeseydi, Meryem de hiç değişemeyecekti. İkisi de mutsuz hayatlarını, her gün başka bir ızdırabın ve hüznün gölgesinde sürdürecekti. Birisi her an ölen nişanlısının yasını tutacak, diğeri de işlemediği bir suçun diyetini ödeyecekti... İkilinin birbirlerine iyi gelmesi, ikinci bölümden itibaren başladı. Dedim ya Savaş değişmese, Meryem de değişemezdi diye; eğer Meryem'in gözlerindeki o masumluğu görmese, Savaş da değişmeye başlamazdı aslında. Her karşı karşıya gelişlerinde, ne kadar düşman da olsalar birbirlerine farklı bir duyguyu ilettiler. Zamanla o duygulardan bir şelale oldu ve bugüne sürüklendi ikisi de. Şimdi birbirlerinin adını duyduğunda dahi gözlerinin içi gülen iki insan var. Nereden, nereye... Adı henüz konulmasa da, aşk görevini harfiyen yerine getirmekte...
Savaş'tan aldığı gerçek güven ve cesaretle at gözlüklerinden kurtulan Meryem'in, Oktay gibi birine artık tahammül edebilmesi imkansızdı. Zira hayatını yalanlar üzerine kurmuş, her iki dediğinden birisi yalan çıkan birisine nereye kadar güvenebilirsin ki yeniden? Bırak şimdi güvenmeyi, geçmişte güvendiğin her güne lanet okursun. Düşünsene, sen o adam için hayatını karartmayı göze alıyorsun. O ise para için, seni en ağır hapis cezasına mahkum ettirmeye çalışıyor. Hapisten kurtuluyorsun, sanıyorsun ki seni kurtaran adam suçunu üstlendiğin; sonra bir öğreniyorsun ki, aslında bambaşka biriymiş kurtuluşunu sağlayan... Bu kadar yalan herkese çok fazla gelir, Meryem'e de geldi. Ben biraz daha zaman alacak zannediyordum ama sonunda Oktay'ı tümden sildi. Tabi yapması gereken çok önemli bir şey var; artık açıklamalı kazayı yapanın onun olduğunu. Savaş'a borcunu ödemeli. Bak, o yaktığı fırını yeniden onararak ödemekte şimdi borcunu...
Siz gerçek misiniz?
İkilinin her sahnesinde çokça etkilendiğimi belirtmek zorundayım. O kadar güzel, o kadar aşkla bakıyorlar ki, aklını çıldırırsın. Karakterlerini bu kadar naif, bu kadar sevgi dolu giyen Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç ise efsaneler. Bu kadar mı oturur bir karakter insanın üzerine. Bu kadar mı yakışır, o masum hâl. Bu kadar mı keskin durur büyük bir nefretin yansıması. Gözlerinin dönmüşlüğü, suçsuzluğun haykırması bu kadar mı iyi aksettirilir... Her ikisini de içtenlikle tebrik ediyorum. Kariyerlerinde şahane bir noktaya sıçrattı Meryem onları ve bunu hak ettikleri ortada. Bakalım, Meryem ile Savaş ne zaman kabullenecekler aşklarını ve nasıl bir mücadele edecekler...
Tatlı su yılanı mı desem, kobra mı bilmem...
Bu aşkta tek engel Oktay olmayacak çünkü. Bir Derin faktörü var ki, evlerden ırak. Aslında tüm bu kaosun da baş mimarı. Eğer Sevinç'i yolda bırakmasaydı o gece, olaylar hiç bu noktaya gelmeyecekti. Ben hatta bir ara Sevinç'i öldürenin de o olduğunu düşündüm ama üzerinde hiç durulmaması bu fikirden uzaklaştırdı... Sevinç'i ekarte eden, Yurdal'ın kirli işleri için babasının konumunu kullanmaktan çekinmeyerek Savaş'ı elde etmeye yakınlaşan bir kişiye siz; "Hadi Savaş şimdi de Meryem'e aşık oldu, çekil kenara!" diyemezsiniz. Tırnaklarını bilemiş vaziyette, intikam almayı bekler. O yüzden hiç kolay olmayacak Meryem'in işi. Aşkını kabullense de, Derin faktörünü devre dışı bırakması zor olacak. Tabi karaktere dair kafamı çok kurcalayan şey, Oktay'ın kuklası olması. Yahu senin baban müsteşar madem bir lafına bakar Oktay'ın en ücra kasabaya tayin olması. O seni kullanacağına, sen olu kullansana!.. Şimdi akıl da vermiş oldum ama hayırlısı... Açelya Topaloğlu'nu ilk defa dramada, ilk defa kötü bir rolde izliyoruz. İlk bölümden beri bir dirhem sırıtmadan taşıyor karakterini. Emeğine sağlık kendisinin...
Ölebilir misin rica etsem?
Yeni yetme bir savcı için o kadar çok dümen çeviriyor ki Oktay, bir yerden sonra gerçeklikle bağı kopuyor insanın. "Yok artık!" demekten iflahın kesiliyor haliyle. Bir insan görevini kötüye kullanır da, bu kadar mı göze batmaz? Davasının savcısı olduğu adamın şirketinden çıkmaz, evlerinden birine yerleşir de kimse mi; "Birader n'oluyor?" demez? Ve hatta şirkette çalışmaya başlama kısmı iki kere fecaat. Yahu bir dava açılsa sürüm sürüm sürünürsün görevi kötüye kullanmaktan. Bu nasıl bir korkusuzluk, bu nasıl bir gözü dönmüşlüktür ki; Yurdal'ın şirketinde çalışmak için can atıyorsun? Arkası sağlam olmayan, sıradan ve daha neredeyse iki aydır görevinin başındaki bir savcı için fazla ütopya izlediklerimiz. Polis teşkilatını parmağında oynatması, sanki elinde herkese ait kirli kasetler varmış gibi ne derse şıp diye yapılması filan çok fazla. Oktay'ın bir an önce gerçeklik sınırlarına çekilmesi gerekiyor tam da bundan. Cemal Toktaş'a ise söyleyecek sözüm yok, karakterden onun performansı sebebiyle her hafta daha da nefret ediyoruz neticede. Emeğine sağlık...
Siz hep atışın olur mu?
En az Savaş'la, Meryem kadar heyecanlandıran bir aşk... Yan yana geldikleri her sahnede, gözümü ekrandan alamadığım bir diğer çift; Burcu ile Güçlü... Biri idealist bir komiser, diğeri "abi" dediği Savaş'ın sözünden çıkmayan bir deli. Evet, deli... Güçlü şahane bir karakter. Dizinin komedi tarafını tek başına dahi sırtlama potansiyeli var. Burcu'yu ilk gördüğü andan beri gözlerinden saçılan kalpler ise artık yerini bulmuşa benziyor. Burcu da ona karşı boş olmadığını haykırmakta zira, yine gözleriyle. Bunu hissettirdiği ilk an, Oktay'ın gözaltında hayvancasına Güçlü'ye saldırdığı andı. Şerefsiz istemeden hayırlı bir işe aracılık etti. O andan sonraki tüm çekişmeler, laf sokmalar, üstten üstten bakmalar ise aşkı gizlemek içindi... Bu saatten sonra çok da gizleyebileceğini sanmıyorum Burcu'nun. Onun için ölümü dahi göze alan bir adama hislerini daha nasıl saklayabilir ki? Serenay Aktaş ve Kenan Acar'ı ilk defa tam zamanlı olarak izliyorum. Daha önceki projelerinde çok çok göz ucuyla denk geldim. Özellikle Aktaş için ön yargım çokçaydı ama mükemmel bir iş çıkartıyor. Acar ile o kadar güzel bir uyum yakalamışlar ki, bu televizyon camında daha da parlamalarını sağlıyor. Emeklerine sağlık...
Bitirirken...
Uyarlama bir dizi için -Secret Love (2013 / Kore)- çok fazla bizden şey barındırıyor Meryem ve her hafta kendisine daha da bağlıyor. İlk bölümün ardından ben bu kadar drama tahammül edemem, nasıl izleyeceğim diye dövünmüştüm ama öyle güzel nefes araları veriliyor ki; gerginliğinizi almayı da başarıyor. Meryem Gültabak ve İlke Gürsoy'u tebrik etmek isterim bu sebeple. Kalemlerine kuvvet ayrıca... İlk beş bölümün ardından ayrılan Mustafa Şevki Doğan'ın şahane kadrajını aratmayan reji diliyle, Barış Erçetin'e de ayrıca tebrikler. Umarım dizi mevcut enerjisini bozmaz ve hak ettiği reytingleri almayı sürdürür. Geç kalmış bu ilk bakışın ardından, haftaya bölüm yorumlarına başlayacağım sanırım. Şimdiden heyecanlandım!.. Yalnız yeniden rica edeceğim, Oktay'a artık haddini bildirin. Sinirden tırnaklarımızı yemek zorunda mıyız her hafta biz?..
Beklenen Kral
Ne güzel bir ilk bakış olmuş:) Ilk bölümlerde bana da fazla dram yüklü görünmüştü ama izlemiştim, farklıydı çünkü. O kadar güzel işlediler ki hikayeyi şu an iyi ki birakmamışım, izlemişim diyorum. Savaş ve Meryem, aşktan önce güvenmeyi öğrendiler birbirlerine. Şu an ışıldayan gözlerle birbirine bakan iki güzel insan var. Bu dönüşüm çok altı dolu ve inandırıcı işlendi. Hiç yadırgamadık, bu nerden çıktı şimdi, ne çabuk aşık oldular gibi seyler söylemedik. Meryem'i biliyorduk da Savaş'ın o naif ve çekingen halleri öyle güzel ki! Ve sadece Meryem'in yanında böyle oluşu..Furkan Andıç, doğru hikaye ve doğru karakter olunca muhteşem bir performans ve uyum cıkarmış ortaya. Ayça Ayşin Turan da öyle. Siz her hafta yazmaya devam edin lütfen:)
YanıtlaSilEvet ya oktay çok abartılmış bir karakter emir kozcuoğlu bile arada yeniliyordu ama bu herşeyden sıyrılmayı başarıyor maşallah. Savaş ve meryem sahneleri sadece bakışsalar bile etkiliyor çünkü kimyaları tuttu. Ama çok az sahne yazılıyor ve kısa sürüyor bütün bölüm onların sahnelerinş bekliyorum ama yetmiyor açıkçası.Hoşlanma evresi utangaçlıklar çok tatlı zaten hemen sevgili olmaları sevmem yavaş ama naif işleniyor. Tek sıkıntı sahnelerinin azlığı
YanıtlaSil