Yalan söylemeyen yoktur herhalde. Yalan söylemediğini iddia eden çok olsa da, böyle. Zira ister istemez insanın yalana ihtiyacı oluyor. Olmadık durumların içerisinden, büyük kabuslardan uyanmayı sağlıyor. Ama bu demek değil ki, yalanı bir yaşam biçimi haline getirmek de gerek. Kim sürekli kendini dahi kandırdığı bir hayatı arzular ki? Kim, olmadık yalanları hayatının bir parçası yapar? Kim aşıkken, değilmiş gibi davranır? Bu neye yarar?.. Yalana tersten bakalım yani birde. Kim kendini mutlu eden bir aşkı, yokmuş gibi gösterip de bunun sonucunda mutluluğu kucaklar?..
17. Bölüm
Nazlı ile Ferit'in aşkının bir mazisi dahi var artık. Her ne kadar inatla birbirlerinden bu aşkı saklamaya çalışsalar da durum tam olarak böyle. Tam olarak ne zaman dank eder bilemiyorum lâkin, bundan çok şikayetçi değilim doğrusu. Zira kaçak dövüşleri seviyorum aşkta. Böyle aşık değilmiş gibi davranıp, tek bir kaş hareketiyle dahi aşkını bağıran aşıkları izlemek keyifli oluyor. Tabi ortada bir evlilik olduğunda bu durum biraz ironik gözüküyor ama burada evliliğin oluşum aşaması bambaşka bir sebebe dayandığından zerrece sırıtmıyor. Sadece ilk bölümlerde gerçekleşseydi bu evlilik, Nazlı ile Ferit'in yaşayarak aşka düşmelerini izlemek daha ilgi çekici olabilirdi. Şimdi zaten aşka düşmüşlerken, aşık değilmiş gibi davranmaya çalışıp komik duruma düşen bir ikili izliyoruz...
Kabul etmek gerekir ki, komik. Ben Nazlı ile Ferit'in birbirlerine aşık değillermiş gibi çırpındıkları sahnelerde hiç olmadığı kadar gülüyorum. Zira verdikleri o mücadele, aslında aşık olduklarını haykırmaktan öteye gitmiyor. Karşımızda saf salak karakterler olmadığından, her şeyin farkındalar ama böyle atışarak yaşamak hoşlarına gidiyormuş gibi hissettiriyor. Bu sayede birbirlerini de iyice tanımış oluyorlar. Birisini tanımakla, onunla aynı evde yaşamak arasında dağlar kadar fark var mâlum. Her şeyi görüp, analiz edip, bu süreçte de tatlı tatlı cilveleşmenin kime ne zararı olabilir ki?.. Anlayacağınız, ikilinin bu tavrını sonuna kadar destekliyorum. Nasılsa aşklarını dışarıda hiç olmadığı kadar gerçekçi yaşıyorlar. Üçüncü kişileri kandırıyormuş gibi yapıp, aslında bile isteye kendilerini kandırıyorlar.
Tabi bu durumu tehlikeye sokan bir hamleye hemen gerek yoktu bana göre. Yani Asuman'ın babasından evliliğin bir prosedürden ibaret olduğunu öğrenmesi hiç iyi olmadı. Görece iyileştirilmeye başlanan karakterin, yine aynı noktaya savrulduğunu görmekse can sıkıcı. Biraz önce ablası ile eniştesini bir işgüzardan korumuşken, biraz sonra evliliklerinin bir prosedürden ibaret olduğunu Deniz'e söyleme fikrini benimsemesi az biraz saçma. İşgüzarlığını ortaya çıkardığı çocuktan bir farkı kalmıyor çünkü bu durumda. Ha o Demet'e söylemiş, ha Asuman Deniz'e söylemiş. Nihayetinde Demet'in de telefona sarılıp bunu haber vereceği ilk kişi Deniz olacaktı... Asuman'dan bu mantık zincirini kurmasını beklemiyorum ancak, hele Deniz'in muhtemel geçireceği trafik kazasından sonra iyice gemiyi azığa alıp her şeyi ona anlatmasını istemiyorum. Nazlı'nın vicdanına kocaman bir yük yüklemiş olur ki, insan bunu düşmanına dahi yapmaz. Asuman da yapmamalı. (yaptı)
Deniz'in bile isteye, elini frene götürmeden ölüme gitmesinin mantıkla izah edilecek bir yanı yok. Hiç kimse için ölmeye değmez bu bir, gerçekten sevmeyi bilen birisi arkasında bırakacağı insanların vicdanlarına yük yüklememek için bu tür kararlar almaz; iki. Masum bir insanın daha ölmesi/yaralanması/kaza sebebiyle hapse düşmesi ihtimali de ayrı mesele. Kısacası Deniz'in sergilediği şovun kendisi dahil kimseye bir faydası yok. Seni istemiyorsa, istemiyor. Sevmiyorsa, sevmiyor. Kimi cezalandırıyorsun, hızla giden bir kamyona çarparak? Kimden intikam alıyorsun? O an elinde bir silah olsa, Nazlı'yı da vurursun o zaman? Zira o an gözünün önünde Nazlı varsa, çarptığın da ondan başkası değildir. Kim bilir belki son anda aklına dank eder ve frene iyice asılıp ölümcül bir hasar almaktan kurtulur. Yok görünen gibi olursa, Asuman'ın da dili tutulsun...
Kötülüğün ağa babası olan birisi için, masum birini kötü olmakla suçlamak çok kolay olsa gerek. İnsan kendisinde olanı başkasına daha kolay yakıştırır çünkü... Hakan'ın Ferit'i uyuşturucu ticareti yapıyormuş gibi göstermesinin altında da bu durum var. Kendisi olabildiğince kötü ve masum görünme çabasıyla, daha da kirlenmeyi göze almaktan çekinmiyor. Ferit'in kendini aklama süreci nasıl işleyecek bilemiyorum ancak, bu işin sonunda artık Hakan'ın ipini çekecek keskin adımların da atılması gerektiği kesin. Ferit'in şikayetiyle gerçekleşen Maliye baskını güzel bir başlangıç. Beklemediği, Ferit'i alt edeceğini düşündüğü bir anda kendi işlerinin karman çorman olmasını görmek güzeldi. Ama bununla kalmamalı. Geçtiğimiz haftaki yorum yazımda da dediğim gibi, Ferit'in her hamlesi Hakan'ın gözünü daha da karartıyor. Atacağı adımların şiddeti de bununla birlikte artıyor. Başına ne kadar bela verilirse, adımları o kadar küçülecektir. Senaristlerimiz Ferit'e en azından bunu borçlular...
Bir başka aşk cephesi... Fatoş-Engin aşkından bir şey olmayacağı daha ilk bölümlerden belliydi. Fatoş'un anlaşabileceği insan Tarık'tan başkası değil, bu çok bariz. O da Engin'le olamayacağını düşünerek doğru bir karar almıştı ama yüzüğü gördükten sonra evlilik teklifini kabul etmesi, karakteri gözümde yerle yeksan etti doğrusu. Şimdi Engin'le konuşarak, güzelce ayrıldılar ama ben hiç de Tarık'la bir ilişki yaşamasını istemiyorum. Normal zamanda oldukça keyifleneceğim bu gelişmeden, esef duydum. Keşke Tarık aşkı bir kenara bırakıp, azıcık gurur yaparak bu hatasını yüzünü çarpsa Fatoş'un. Belki o zaman, ders aldığını düşünüp keyif alabilirim doğacak ilişkilerinden... Güzel bir bölüm izledik. Yeni gününe taşınan bir dizinin, ancak bu kadar keyifli bir bölümle seyircinin aklını çelmesi gerekirdi. Başarılı oldu mu, reytingleri salı gününde aldığına yaklaşır mı bilemiyorum ama umarım kanalı iyi sonuçlar alarak utandırır. Kim bilir, belki güzelim diziyi eleme potasına aldıkları için bu sayede biraz yüzleri kızarır...
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder