İyi olmanın suç olduğunu sizin de düşündüğünüz oluyor mu? Hem hayatımızda hem de izlediğimiz şeylerde daima iyilerin kaybetmesi, size de aynı şeyi hissettirmiyor mu? "Neden iyi olduğumda zarar göreceksem, kötü olmayayım ki?" noktasına gelmek sadece bir tercih mi? İyilik yaparken karşılığını göremeyecek olduğunu biliyor olmak peki? İnsan bir beklentiyle iyilik yapmaz elbette ama hep mi ters teper iyilikleri? Kalbinin kiri pası yüzüne yansımışlar kadar yok mu, iyinin kıymeti? Spiro gerçekten ölmeli miydi?..
39. Bölüm
Hemen cevabını vereyim, 'kesinlikle hayır'. Her taşın altından Hamilton'ın çıkmasından artık ileri derecede rahatsızlık duymaya başlamışken, şimdi bir de onun elinde masum bir insanın yok yere ölmüş olmasından esef duydum. Karakterin çıkış noktası elbette iyi, kendince doğru bir yol izlediği de söylenebilir. Ama bize doğru gelen bazı şeylerin, başkaları için yanlış olabileceği ihtimalini de atlamamız gerekli. Çözüm, istediğimiz olsun diye canhıraş bir mücadele sergilemek olabilir lâkin, bu uğurda suçu günahı olmayan insanları bir kalemde silmenin mantıklı olduğunu düşünmüyorum. Spiro'nun öldürülmesinde de bir mantık göremiyorum. Sırf Azize'nin gerçeği ortaya çıkmasın diye, ileride birçok sahnesiyle-özellikle de Leon'la olacaklar- büyüleyebilecek bir karaktere veda etmemiz gerekmiyordu. Hamilton gibi köylü kurnazı bir adamın rahatlıkla Spiro'yu manipule edebileceğini biliyorken hem de. Bir şekilde Cevdet'e gerçeği söylemesini bu yöntemle engelleyebilirdi. Boğazlamak ne zaman her derdin çaresi olmuş ki?.. Çağrı Çıtanak'ın emeklerine sağlık.
Hem Azize'nin Dağıstanlı'nın yanında olduğunu kimsenin bilmemesi neden hâlâ büyük bir önem taşıyor? Dağıstanlı dahi gözden düşmüş, uygun yollarla alt edilmeye çalışılırken; Azize'nin hâlâ onun yanında olması ve yaşadığının gizlenmesi neden gerekiyor? Bir kadınlar birliği kurmak için illa ki, orada mı kalması gerekli? Evinde, yaşandığı biliniyor olarak da bunu yapması mümkün değil mi? Hem hangisi vatanı için savaşmak istiyor diye ona engel olacak ki? Belki çok çok Yıldız biraz yüzünü asar o kadar... Hep dedim yine diyorum, Azize'nin yaşadığı artık ortaya çıkmalı. Bu gerçeğin saklanmasının hikâyeye ekstra kattığı hiçbir şey yok. Tam tersi, elimizdeki bir avuç iyi karaktere zarar geldiğini görüyoruz bu inat yüzünden. Umarım Cevdet o kopan sayfanın peşine düşer ve eninde sonunda Azize'nin yaşadığını öğrenir. Bu uğurda gerekirse Hamilton'ı da harcayabilir. Her taşın altından çıkan bir karaktere, sevdiğim oyuncu hayat veriyor diye ancak bir yere kadar tahammül edebilirim...
Şunu kabul ediyorum, özellikle son birkaç bölüm Azize parlamaya başladı tıpkı eskisi gibi. Dağıstanlı'nın konağındaki ve onu yeni tanıyan kadınların gözünde yeni bir Karafatma olma yolunda hatta. Ama usanmadan yineliyorum; ailesi yaşadığını öğrendiğinde ne değişecek ki? Şimdi gözünün karartmış, vatanı için gerekirse karşısındaki düşmanı hedef almaktan çekinmeyen o kadın; "Ailem artık yaşadığımı biliyor, savaşamam" mı diyecek? Hiç sanmıyorum... Hem Hilal'in tüm bu çabanın tam merkezinde olması için de güzel bir adım olur annesinin yaşadığını öğrenmesi. Birlikte sırt sırta mücadele ettiklerini izlemekten daha iyi ne olabilir ki? Sürekli aynı şeyleri tekrar ediyormuş gibi oluyorum ama ben arada bir matbaanın derdine düşen ve çocuklara bakıcılık yaptığı zamanların dışında hep bir şeyler hayâl etmek zorunda kalan Hilal izlemek istemiyorum. Hayâlleri için mücadele eden, onlara ulaşmak için çaba sarf eden o eski Hilal'i istiyorum. Bunun da yolu ya hastaneye hemşireliğe dönmesi ya da annesiyle birlikte hareket etmesi. Mevcut karakter kullanımı ne yazık ki oldukça yetersiz. Şimdiye kadar izlediğimiz karakterin ruhuna da ters ve hatta o ruha ihanet edildiğini dahi söyleyebiliriz. Kim, "Hiç de bile?!" diyebilir ki?..
İyi biri kalmak için verilen uğraşı, kötü biri olmak için de verseydi insanoğlu eminim her şey bambaşka olurdu. Geçmişte de, günümüzde de kötü olmak en kolayı. Ne derdin ne de tasan var. İyilik için edeceğin mücadelenin çeyreği bile gerekmiyor kötülük yaparken. Hatta değil mücadele etmek, düşünmek dahi gerekmiyor. İşte bu yüzden iyi insanlar hep daha saygın olmuyor mu? Hangi kötünün sonsuza dek iyi anıldığı görülmüş?.. Leonidas Papadopoulos'dan bahsedeceğim, evet. Babasının gözüne girebilmek için edebiyatla iç içe olan ruhunu bastırarak, asker oldu. Hiç istemediği kötülüklerin ya içinde ya da hep tam merkezindeydi. Bastırdığı gerçek kişiliğinin bir yerden sonra bu yüke daha fazla dayanamayarak hakimiyeti geri alması sürpriz değildi yani. Hele de aşk, bu kadar çok yardım ediyorken o benliği yeniden canlandırmak için. Daha sonrası da yine bildiğiniz gibi. Sevdiği için vatanına ihanet etti. Sevmese de bir yerden sonra tak ederdi canına kesin ancak, Hilal'in varlığı her şeyi daha net yaptı ve adımlarını daha seri atarken buldu kendisini. Şimdi o bir Bolşevik. Bu zalimce savaşın bir parçası olarak, içeriden kaleyi fethetmenin derdinde.
Bunun için elinden geleni yapacağından şüphem yok lâkin, bu kadar çok göze batmamanın bir yolunu bulması lazım. Cevdet'in de onu göze batacak işlerin başına koymaması gerek ayrıca. Flipos'un gözüne battıkça, işin rengi hoş olmayacak derecede değişecektir çünkü. Bu karaktere bunu reva görmeyin... 'Zevce'si ile son ana kadar rahat yüzü göremeyecek biliyoruz, hep tenha ya da kuytularda hasretlerini dindirmek zorunda bırakılmalarını da kabullendik. Ancak, onları ayırma noktasına getirecek keskin adımlardan kaçınılması gerek. Her şey imkansız görünürken, birbirini sevmek için yaratılan bu iki karaktere daha da imkansızlık yüklemenin bir manası yok mâlum... Onun dışında yine sahneleri yok denecek kadar azdı ama çiçekçi sahnesini sevdiğimi söyleyebilirim... Tabii sırf Hilal'in başı ağrımasın diye Leon'un, Mehmet'in başını yakması aralarını açmaz umarım.
Dağıstanlı meselesinin ilerlediği yoldan memnunum. Bir yerden sonra gözünün iyice döneceği de kesin. Plânsız programsız hareket etmenin başını sonunda ne kadar ağrıtabileceğini görmek noktasında bu bölüm güzel dersler hazırlanmıştı kendisine ancak, uzun vadede kavrayabildiğini hiç sanmıyorum... Haddini bildirmek için bölüme konuk olan İsmet Paşa sahneleri ise tek kelimeyle enfesti. Hem verilen mesajlar hem de atılan adımlar noktasında oldukça tatmin ediciydi. Ahmet Saraçoğlu'nun performansı içinse bir şey yazmak haddime değil zaten... Tevfik mi? Hastasıyım. O şerefsiz benliğini yeniden bulması ama bunu bir yerde iyilik için kullanması şahane bir seyir keyfi vaat ediyor. Cevdet'in güvenini kazandığı için çocuklar gibi şen olması ise kalbinin derinliklerine ışık tutuyor sanki. Dağıstanlı'nın yerine geçebilirse eski karakterine döner mi bilemiyorum ama bunu başardığını görmek isterim... Anlayacağınız yeni karakterlerden öylesine dertliyim ki, Şerefsiz Tevfik bile bu ara göz bebeğim...
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder