Hayâl etmeyi ne çok severiz, ne çok isteriz ulaşmak istediklerimizle aramızdaki mesafeleri bir anlık da olsa aşmayı. Sanki o an'daymış gibi yaşamayı, düşünmeyi, artık bambaşka bir dünyaya aitmiş gibi hissetmeyi. Ne çok arzularız her şeyin hayâllerimizdeki gibi kalmasını, daima mutlu ve emellerine ulaşmış olmayı. Ama ne çok hayâl kırıklığı da yaşarız, ne çok yanar canımız. Hayâllerin hükmü ne azdır gerçeklere... Sorarım size, ne zaman ulaşacağız hayâllerimize? Ne zaman mutlu göreceğiz, Leon'la Hilalimizi? Görebilecek miyiz ya da? Birbirlerinin elini korkusuzca tutup mücadele verdiklerine şahit olacak mıyız? Yoksa hep bir arada oldukları anları mı kovalayacağız? Peki, sonunda yakalayabilir miyiz gerçekten?..
44. Bölüm
Küçücük sahnelerden mutlu olmaya çabalıyorum haftalardır. Hiçbir dizide yapmadığımı yapıyorum yani. Çünkü bu dizinin amacı, aşk değil. Bunu biliyor ve kabullenerek izliyorum. Sabrediyorum ve elimden geldiğinde mazur görüyorum yapılanları; daha doğrusu yapılmayanları. Ama ağzımıza çalınan bir kaşık balın ardından, midemizde ne varsa boşaltmamız isteniyor. Bir anlık mutluluğun ardından, kocaman belirsizlik bekliyor. Muğlaklık öyle bir boyutta ki, bir meselenin çözülmesi ya da sonuca bağlanması için Hilal'le Leon'un yan yana gelecekleri anları bir de bu açıyla çekiyoruz ama değmiyor. Bakın asla şikayet etmiyorum az sahneleri var diye, şikayet ettiğim şey; az olan o sahnelerde tatmin edecek şeyler izleyememek. Onca zaman beklediğimize değmemesi. Bir anlam ifade etmemesi, bir sonuca ulaşmaması. Bir adım ileriye götürmemesi ilişkilerini. Onlarca adım geriye sürüklemesi değil beklediğimiz, sabrettiğimiz; takdir edersiniz ki... HiLeon'un daha esamesi okunmuyorken, onlardan çok güzel çift olacağı gerçeğine tutunmuştum, şimdi bana kimse artık ayağı yere basan bir şeyler görmek istiyorum diye kızamaz...
O dönemde bir gayrimüslimle Türk evlenemiyor muydu? Tamam, kabul. Flipos öğrendiğinde karşı mı çıkar? Ki ben açıkçası hiç sanmıyorum, ona da kabul. Evlenemesinler resmen, bilmesin Flipos da. Ama Hilal'le Leon el ele tutuşup Cevdet ile Azize'nin karşısına çıkartılmalıydı. Artık bu işin adı koyulmalıydı. Şartlar, imkanlar şimdi birlikteliklerini resmileştirmek için imkan tanımıyorsa; tanıdığı zamana değin aşklarına razı geldiklerini dile getirselerdi. Bir şey olsaydı yahu, bir adım ileriye gitselerdi... Korkmasalardı, çekinmeselerdi. Tam Leon, Azize'ye anlatacakken Hilal araya girip "Biz sadece yoldaşız" demeseydi. Biraz da o cesur olsun istiyorum, vatanını kurtarmak için gözünü kırpmadan ölüme yürüyen Hilal, aşkına da tam bu şekilde sahip çıkmalı bence. O aşk için bunca zaman nasıl mücadele verdikleri, nasıl sınavlardan geçtikleri, nelerle uğraştıklarını düşünürsek hem de. Çok şey mi istediğim. HiLeon'un artık adı koyulsun. Ben sadece hayâllerimde çiçek açmış, gerçekte çorak bir arazi üzerinde yürümekten yoruldum...
Neyse ki zaten her şeyi bilen Azize, aralarındaki aşka saygı duyduğunu belirtti. Bu Leon için bir anlık gerçek mutluluk sebebiydi. Hilal ise bu desteği hissetmekten mahrum kaldı. Keşke göğüsleme cesaretini gösterseydi de, o da tıpkı Leon gibi arkalarında annesinin olduğunu bilseydi. Kader... Göğüslemek ve cesaret demişken, bizim tanıdığımız esas Hilal'in bu izlediğimiz olduğundan emin misiniz? İlk sezonla aradaki dağlar kadar olan farkı belirtmek dahi istemiyorum tekrardan. Biraz önce de yazmıştım, o vatanı için gözünü kırpmadan ölüme yürüme cesaretini gösterdi zamanında. Sırf buna duyulan saygıdan, ben olsam kurtuluş yolundaki sahnelerini sonuna dek arttırırdım. Geçtiğimiz sezonun Ali Kemalinden hallice şu sıra. Hiçbir fonksiyonu yok vatan müdafaasında. Halit İkbal bile yok ortalarda, daha ne olsun. Ne olur, bize eski Hilalimizi geri verin...
Sezon başlangıcından beri Azize'nin yerinin ailesinin yanı olduğunu savunuyorum. Görevini yerine getirmek için hiçbir engelin çıkması da mümkün değildi esasında normal şartlarda. Tek sorun geçtiğimiz bölüm sonunda Cevdet'in yaptığı şeyin, vatan müdafaası noktasında doğuracağı sorunlar olabilirdi ama Azize, Flipos'un karşısına geçip şerefsiz yüzbaşının yaptıklarını bir bir anlattığında o sorun da çözülmüştü. İlk defa Flipos'un içerisinde bir insan taşıdığına şahitlik ettiğimiz bu sahneler ne kadar kıymetliyse, Cevdet aklanıp eski görevine dönmüş Azize'nin varlığı da meşrulaşmışken, yersiz bir şekilde o askerin gelip olan biteni anlatma isteği o kadar vehamet doluydu üzgünüm. Yani, ne gerek vardı? Hangi amaca hizmet ediyor bu? Bunca hafta bunun için mi bekledik? Evet, eve döndüğünde Azize'nin takındığı tavırdan ve Hilal'i öyle dövmeye yeltenmesinden falan az darlandım ama o da çözülemeyecek bir mesele değildi. Azize'yi başlangıç noktasına savurmak gerçekten gerekli miydi?..
Bebek meselesine buradan bağlanması da, tüm o sihri bozdu benim için. Sahnenin tüm güzelliği de yok oldu gitti. Şimdi tam gidiyorlarken, onları nasıl kendi bebeği olduğuna inandıracak hiç bilemiyorum. İnandırsa dahi, o bebekle dağda bayırda ne yapacak. Çık dur içinden, çıkabilirsen... Çok sevdiğim Azize ile ilgili bu kadar çok şikayette bulunmak istemezdim aslında ama şartlar bunu gerektiriyor. Özellikle de Hilal'i tartakladığı sahneyi tekrar izlemeye dahi tahammül edemem mesela... Ortada bir gerçek var ve neredeyse Yunan tarafı dışında bu gerçeği bilmeyen yok. Peki neden Hilal'le Yıldız da öğrenmesin? Neden babalarına karşı büyük bir ön yargı taşımaya devam etsinler? Ne olur anlatsa artık Cevdet esas gerçeğini. Bu işe neden bulaştığını, neden düşman göründüğünü. Daha ne gelmesi lazım başlarına son kertede bunu anlatmak için? İnanın, yoruldum...
Taarruz noktasına gelirsek, Dağıstanlı'nın yaptığına zerrece şaşırmadım. O zaten böyle bir adamdı, güç delisi olduğu kendisine verilmek istenen unvanı beğenmediğinde de tescillenmişti. Şimdi İzmir cephesini Ankara kazanırsa, elindeki tüm gücün biteceğini düşünüyorken, elbette o taarruzun bir parçası olmayacaktı. Kendince en doğrusunu yaptı ama olacakları değiştirmesi mümkün değil, elbet o güç sona erecek. O zaman kafasına bir kurşun sıksın rica edeceğim, başka kimsenin elini kirletmesin... Taarruzun kendisine gelirsek, çok kıymetli bir andı ama hiç etkilenmedim. Kılıç kuşanmış gibi Yunan tarafına son sürat koşmalarını da hiç anlamadım. Elinde silah var yahu, kurşun sıksana? Neden ağızlarının içerisine kadar ilerlemeyi bekliyorsunuz? Garip bir hâl. Ben bu bölümün içinden baştan sona çıkamadım yani, evet...
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder