Hayatın karşısına çıkardığı sürprizlerle her zaman kolay kolay baş edemez, insanoğlu. Herkesin bir kabullenme ve dayanma noktası vardır mâlum. Kaldırabileceği şeyler olduğu gibi, üstesinden asla gelemeyeceği şeyler de olabilir. İnsan, hayatın deneme tahtasıdır ve istesen de istemesen de buna katlanmak mecburiyetindesin. Zira o zaman, bir şeyleri değiştirmeye başlamak daha kolay oluyor. O zaman üstesinden gelebileceğin şeylerin sayısı artıyor. Pes ettiğinde olduğu gibi her şey üzerine gelmiyor, sen her şeyin üzerine gidiyorsun; kendine bir çıkış yolu yaratıyorsun. Ve başarın garantileniyor. En azından dönüp arkana baktığında, hiçbir şey yapmadım dememiş olursun. Hilal de hayata tıpkı böyle tutunsun. Ve lütfen çok geçmeden ayakları üzerinde dursun...
52. Bölüm
Hangimizin başına ne geleceğinin garantisi yok. Bir dakika sonramızı dahi bilemiyoruz. Ama hayata bu yönüyle baktığımızda, içinden çıkılmaz bir girdaba savrulmaktan öteye de gidemeyiz. Önemli olan daha çok, bunu bilinciyle yaşamak. "Keşke" dememek için çabalamak. Pişmanlıklarını en aza indirdiğinde, karşına çıkanlarla baş etmen daha kolay olur çünkü... Hilal'in başına gelen durumdan memnun değilim. Hatta çokça kızgın ve kırgınım. Yarattığı sahneleri sevdim ama ayakları üzerindeyken yazılabilecek sahneleri de sevebilirdim. Bu klişeye tutunulmuş olmasını hâlâ kendi içimde aklayabilmiş değilim. Lâkin itiraf etmek zorundayım ki, bölümü genel olarak keyifli buldum. Hilal'in kendini salışı ne kadar üzdüyse, Leon'un azimle onun moralini yüksek tutma mücadelesi o kadar mutlu etti. Gönül isterdi ki, baş başa oldukları anlarda tek dertleri gelecek kaygıları olsun. "Hilal acaba yürüyebilecek mi?" sorusuna cevap aramak hiç gerekmesin...
Her zaman istediğini bulamıyor insan karşısında. Bir zaman sonra da olanın iyi yanlarını görmeye başlıyor. Kim bilir, belki sadece kendini kandırmış oluyor ama can sıkmanın da bu tür durumlarda bir çaresi olmuyor... O güçlü bir kadın. Boynuna ip geçirildiğinde dahi olabildiğince vakur kalabilmiş bir yiğit. Evet, gerektiğinde tıpkı bir erkek gibi atılgan; normaldeyse bir civciv kadar narin. Tam bir Kurtuluş Savaşı kadını. Elinden her iş gelen, aklı her şeye yeten ve istediğinde erkeklerden daha cesur olabilen... Tüm bunları bir araya getirdiğimde, Hilal'in içerisinde bulunduğu durumu kabullenmem kolay olmuyor takdir edersiniz ki. Onu ayakta ve davasının peşinde görmeyi arzuluyorum. Bu şuan için bir şeyi değiştirmiyor ama en kısa sürede ayaklandığını göreceğiz, inanıyorum. Leon'la el ele kordonda aşk turu atmalarını dört gözle bekliyorum...
Bir erkek olarak aslında çıtayı her seferinde biraz daha yükselttiği için Leon'a çokça kızmam lazım. Romantikliğin, anlayışlı olmanın, her duruma bir çözüm yaratabilmenin de bir sınırı olmalı sonuçta. Ama bizim oğlan kendinden bekleneni her seferinde biraz daha aşmış olarak karşımızda duruyor. Çokça kızdırması gerekirken, yalnızca gururlandırıyor. En başında henüz ortada HiLeon'a dair bir emare dahi yokken ikisinin bir aşk ateşine düşeceğine ve ilk Türk öldüren o Yunan'ın içinde bambaşka biri olduğuna inandığım için özellikle de. Leon beni yer yer çok kızdırdı ama batırdığı işleri de sonradan hep çok güzel toparladığına tanık olduk sonuçta... Hilal'in kendisini daha iyi hissetmesi için hastanedeki bir odayı çok güzel bir yatak odası şeklinde dizayn eden, zivzivine bir de daktilo getirip bu süreçte kendini geliştireceği bir meşgale yaratan bu çocuğa, daha çok saygı duyuyorum...
Tabii anlamadığım şeyler de olmadı değil. Mesela, birden kendimizi birkaç ay sonrasında bulduk. Leon, Hilal'i aldı pikniğe götürdü ve konuştukları şey bir anda savrulduğumuz aylar öncesinde kalan hastane anılarıydı. Yani onca zaman ikili hiç mi bu konu üzerine konuşma fırsatı bulamamıştı da, sırası şimdi gelmişti? Biraz garipti... Onun dışında Hilal'e moral depolaması için, geniş bir nefes aralığı yaratılmasını sevdim. Bundan sonrasından beklentim ise bildiğiniz şeyler. Yukarıda da yazdığım gibi, Hilal bir an önce kavuşmalı sağlığına. Cevdet dahi onca badireden sapasağlam çıktı, genlerini almış kızı mı toparlayamayacak kendisini? Bal gibi de toparlar, sonunda da ayağa kalkar. Ve resmi nikah vakti gelir, çatar...
Artık aralarında aşılması gereken zorlu engeller yok açıkçası. Zaten Cevdet de Azize de kalplerinin bir yanlarıyla aşklarına saygı duyuyordu ama bu süreçte Leon'un yaptıkları, o aşka daha büyük bir saygıyla yaklaşmalarına sebep oldu/olacaktır. Flippos desen, etekleri tutuşunca Azize'yi bile hapsetmekten vazgeçti. Yani süreci daha da uzatmanın, karmaşıklaştırmanın manası yok düşüncesindeyim... Adoni'ye gelirsek, layığını sonunda bulmuş olmasından yana mesudum. Cevdet'in elinden ölümünün gelmesi de ayrı güzeldi. "Neden Leon öldürmedi!" diye çıkışmayacağım. Benim o sahnelerde ilgilendiğim iki şey vardı. Birisi sonunda Adoni'nin ölmesi gerektiği, ikincisi de CevLeon'un müstakbel kayınbaba-damat çok güzel iş birliği yapıyor olduğu gerçeği. Hep dediğim gibi, bir arada hareket ettikleri sürece ne Türklerin ne de Bolşeviklerin sırtı yere gelecektir...
Tevfik'ten sonra şerefsizlikte nam salacağından korktuğum bir karakter belirdi bir de bölümde. Aman Yarabbi, katlanılmazlıkta bir dünya markası olabilir ancak. Tevfik en azından tatlı bir şerefsizdi bu adam tatsızdan da tatsız bir şerefsiz... Zehirlemek eylemini önce yemek/içmek olarak anlayan, daha sonra beyin yıkama olduğunu çözüp İsmet Paşa'ya haber uçuran; ardından da karşısında bulduğu İstanbul Hükümeti'nin ajanı, Flippos'un yardakçısı şerefsiz Doktor Rahmi'yi haklayan Cevdet'e buradan şükranlarımı sunuyorum.-Nail Kırmızıgül'e ise emekleri için çokça teşekkürler- Ey Flippos, bir plânın daha patladı elinde. Ben sana yeniden tekrar edeyim en iyisi; değil Ankara, İzmir'de dahi barınamayacaksın. Barınabileceğin tek yer, Ege Denizi'nin karanlık ve soğuk dibi. Seni bu sondan kurtaracabilecek tek plân, gerçeği kabullenip Atina'ya ayakların totona vura vura kaçtığın olur. Bence sen esas bunu bir düşün...
Beklenen Kral
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder