Beklenen Kral

23 Nisan 2017 Pazar

Adı Efsane: Gerçek zorluklar...


İnsan kendini neden biri ya da birilerine kanıtlamak ister? Eline ne geçeceğini düşünür? Düşündüğü şeyi elde ettiğinde ne olur peki? Ne değişir? Daha mı güçlü, daha mı mutlu, umutlu, yaşama arzusuyla dolu olur? Elde ettiği şeyin tadını çıkartabilir mi peki? Peki ya, hiçbir şey elde edemezse ne olur?.. Fikret'in hem kendini ispat etme kararlılığını hem de kendini nasıl bir hale soktuğunu izledik bölüm boyunca. Yalandan yere kendini nasıl heder ettiğini ve sonucunda hiçbir şey elde edemediğini. Üzerine bir de, bedeller ödediğini...

21 Nisan 2017 Cuma

Vatanım Sensin: Aşk, bazen tek kurtuluş yolu olabilir...


Yiğidi öldür, hakkını ver demişler. Uzun zamandır Vatanım Sensin ile ilgili yazarken, mütemadiyen yerme ihtiyacı hissediyordum. Olanlar, izlediklerimiz, yazılan ve bize sunulanlar tahammül sınırlarını zorlamaktaydı zira. Lâkin, bu bölüm gerçek anlamda iyiydi. Her yönüyle, hem de. Nazar değmesin elbette ama birçok mecrada dile getirilen sorunların, senaryoya etki ettiğini düşünüyorum. Daim olsun. Bu bölüm yakalanan, dizinin eski ruh halinde kalalım hep derim. Tabi tüm bunların ardından hiç sinirlenmediğimi, gerilmediğimi, hatta yer yer küfretme noktasına gelmediğimi de söyleyemem...

19 Nisan 2017 Çarşamba

Hayat Şarkısı: Dedektiflik onlardan sorulur!..


İnsanın en büyük zaaflarından birisidir, kin. Hele temeli yoksa, daha fena. Zira neden mücadele ettiğini bilmeden savaşa girdiğinde daha büyük zayiatlar verir insan. Kazanmak için attığı her adımda, kaybetmeye yaklaşır. Kazanmaya başladığını düşündüğü anda da, gerçek bir yenilgi ile kucaklaşır. Kin, böyledir. En çok o kinin sahibine zarar verir. Hele de, dediğim gibi hiçbir temeli yoksa... Hazer'in günün sonunda en büyük kaybı yaşayacağı açık. Zira, açıklar vermeye başladılar bile şimdiden. Şimdiden, sorunlar baş göstermeye başladı onlar için de. Her ne kadar şuan dara düşmüş görünen Cevherler olsa da, günün sonunda ortada Torunbaşlar diye bir şirket kalıp kalmayacağı, muamma...

18 Nisan 2017 Salı

İçerde: Ölme Melek, biz sensiz ne yaparız?!.


İnsanlar ne sırlar biliyor da, onlarla göçüp gidiyor ardına bakmadan. İnsanlar, gerçekleri bildikleri halde nasıl da susuyor. Nasıl da, bir türlü dile gelmiyor gerçekler. Nasıl da, çaresizce ölüme yürüyor... Dramatik bir giriş oldu değil mi? O kadar çaresiz kaldım ki, bu giriş daha uygunmuş gibi geldi. Öteki türlü, "Melek senin yapacağın işe ben!" diye başlamam gerekirdi yazıya zira. Yahu bir insan nasıl azimle böylesine önemli bir meseleyi, böylesine dramatik bir konuyu sürekli geçiştirir de bir türlü diyemez, "Umut, aslında Mert" diye...

Söz: Bu ne yaman çelişki?..


Birine ya da birilerine güvenmek için sadece çok iyi tanıyor olmak mı gerekiyor illa? Neden kimselere güvenemez olduk? Neden, farklılıklarımızla kucaklaşamıyoruz? Neden, hep ayrı ve farklıyız? İnsan yemeğini yediği, suyunu içtiği insanlara da mı güvenmeyecek artık? Eli hep tetikte mi olmak zorunda? Böyle nasıl yaşanır ki? Nasıl geçer bir ömür? Niye böyle olduk gerçekten?.. İnsanın sormak istediği ne kadar da çok soru oluyor, bu gibi durumlarda. İçinden çıkılmaz görünen bir hâl olunca, daha da vahimleşiyor. Ortada bir kurgu var ama neticede acı bir gerçek bu...